"Bir köpeğin bir adamı ısırması haber değildir. Bir adamın bir köpeği ısırması ise haber olur." Hangi köpek, hangi adam? Ona da bağlıdır. Obama'nın köpeği Putin'i ısırırsa, bakın nasıl haber oluyor!

Beylik sözdür, pek doğru da değildir üstelik:

“Bir köpeğin bir adamı ısırması haber değildir. Bir adamın bir köpeği ısırması ise haber olur.”

Hangi köpek, hangi adam? Ona da bağlıdır. Obama’nın köpeği Putin’i ısırırsa, bakın nasıl haber oluyor!

***

Yazarlık kurslarında en büyük hünerin en çok şeyi en az malzemeyle anlatmak olduğu öğretilir. Bu kuralın en beyinsizce ihlal edildiği yer ise bizim TV ekranlarımız.

Spiker Cici Kız “Karşınızdayız” diye başlıyor söze. (Biz seni arkamızda sanıyorduk!) “Falanca ilin filanca ilçesinde orman yangını çıktı. (Ayrıntılar). Söz oradaki arkadaşımız Feşmekân’da.” Sözü alan Feşmekân aynı ayrıntıları aynı cümlelerle tekrarlayarak sürdürüyor bülteni. Hiç kabahati olmadığı halde seyircileri kendisine sövdürene kadar…

***

Bu ölçüsüzlük en acı konumuzda, maalesef çoktan rutin hale gelmiş olan şehit haberlerimizin verilişinde de yaşanıyor. O felaketler elbette haberdir; yeri, zamanı, şehitlerin sayısı, faillerin akıbeti ya da izlenişi bildirilir. Ama sonra sıra yine rutin şekilde cenaze “haberlerine” geliyor. Tabutların nakli, ağır çekim tören adımlarıyla musallaya taşınışı, ağlaşan yakınlar, şehit evindeki yas, ondan sonra tören demeçleri… Yine rutin kalıplar: “Şehitler ölmez” falan.

Dayanıp oraya kadar izlemiş olanlardan kimilerinin bağırası geliyor: “Kesin bu lafları! Aslan gibi delikanlılar öldü işte! Toprak altında çürüyorlar!”

Sabrı çabuk tükenenler çoktan kanal değiştirmiş oluyor. Kime yarıyor bu durum? O şehitlerin canilerine. Dakikası servet değerinde TV reklamlarından kim bilir kaç saatliği onlara boşu boşuna hediye ediliyor. “Oh ne güzel duyuruldu yaptıklarımız” diye seviniyorlar.

***

Tam ters yönde ölçüsüzlükler de var. Şehitlerimize sevgi ve saygımızı fazla bulmuş olacak ki, eski parlamenter, Habertürk yazarı Muhsin Kızılkaya Beyefendi o gazetenin ekranındaki Türkiye’nin Nabzı programında şöyle buyurdular:

“Askerin görevi ölmek; bunun için para alıyor.”

Devenin neresi doğru misali, çirkinliğinin ötesinde kaç ahmakça mantık yanlışı içeriyor şu laf?

Askerin görevi ölmek değil, savaşmaktır. O görevi yerine getirebilmek üzere, ölmemek için elinden geleni yapması istenir. Kimse “Beni maaşa bağlayın da ölme görevimi yerine getireyim” diye başvurmaz şubeye.

Türkiye’de rütbelilerin dışında silahlı kuvvetlere katılmış kişiler zaten “askere gitmiş” değil, “alınmış” insanlardır. Âdet yerini bulsun yollu ellerine tutuşturulan paracıklar ise gülünçtür.

Askerin savaşırken ölmesi istenmeyen ve beklenmeyen bir olay, bir çeşit meslek kazasıdır.

Kamyonu hendeğe devirince ölen sürücünün arkasından “Görevidir, onun için para alıyordu” diye konuşur musunuz?

Akla ziyan gaddarlığı ve nankörlüğü ile Türkiye’nin Nabzı programını zehirleyen Muhsin Efendi konusunda ne diyeceğimi ise bilemiyorum.

“Parlamenterlik yaptığı yıllar için Türkiye’ye geçmiş olsun, onun gibilerinin de nabzı dursun” yeter mi?