Şu İstanbul'un işine akıl sır ermiyor.
Şu İstanbul’un işine akıl sır ermiyor. Bilinen özellikleri dillere destan da, havası bir başka, içinde yaşayanlar İstanbul’un kendine has bu özelliklerinin farkındamıdırlar bilinmez ama İstanbul’un uzağında yaşayıp hayal ettikleri, özledikleri gizemli yaşam biçimlerini bünyesinde bulunduran, her zaman çok farklı masallara konu edilerek anlatılacak bir şehirdir İstanbul. İstanbul’u ilk ziyaret edenler geri döndüklerinde hayal ülkesini öyküsünden söz eder gibi anlatırlar bu güzelim şehri.
Aslında çok da haklılar. Ben de ortaokulu okumak için, Rize’den İstanbul’a geldiğimde aynı gizemin varlığını hissettim, yaşadım.. İstanbul’u anlatılanlardan değil görerek tanımanın çok daha doğru olacağını, anlatılanlarda eksikler olabileceğini gördüm..
İstanbul’u görmeyince, havasını teneffüs etmeyince içinde yaşamayınca anlaşılabilecek bir yer değildir.
İstanbul, aklımızın çok ermediği zamanların anlama yetileriyle gerektiği gibi anlatamadığımız, gelip gördükten sonra ise anlata anlata bitiremediğiniz, özelliklerine akıl erdiremeiğiniz, efsaneleriyle yüklü bir şehir olmuştur her zaman.
Ellili yılların sonlarına doğru ortaokul eğitimi için geldiğim İstanbul’dan bugüne çok yıllar geçti. Ortaokul birinci sınıfı burada okudum. İkinci sınıftan itibaren Rize’ye geri döndüm. Liseden mezun oluncaya kadar ise eğitimimi Çayeli ve Rize’de tamamladım. Altmışlı yılların ortalarına doğru yüksek öğrenim için İstanbul’a geldim. Geliş o gelişti.
Bu güne dek İstanbul’un tüm değişimini, İstanbul’da yaşanları, İstanbul’a yapılanları, Cumhurbaşkanımızın söylediği gibi İstanbul’a ihanetleri hep gözlemledim. Üniversite eğitimimi İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde tamamladım. Mezun olduktan sonra gazetecilikle başlayan iş yaşamımdan bugüne kadar bu hayal ülkesi şehrin tüm güzelliklerini yaşadım. Bizlere miras bırakılan ve maalesef ki koruyamadığımız kültür hazinelerinin heba edilişini, yemyeşil doğasını, çevre güzelliklerinin yok edilerek betonlaştırılmasını dillere destan güzelim şehrin hatalı imar planlarına teslim edilişini, çoğu zaman fırsat bulabildiğim sürece dolaşarak, yaşayarak gördüm.
İstanbul, tüm dünyanın gözünün üzerinde olduğu, doğal güzellikleri, bölgesinde barındırdığı, tarihi ve coğrafi özellikleri, kültür hazineleriyle anlatılması hiç de kolay olmayan çok özellikli bir şehir.
Anlatanlardan İstanbul’u çok dinledim. Yurt dışından edindiğim arkadaşlarımdan dinledim. Tüm bu anlatanların, özellikle de yabancı arkadaşlarımın anlattıklarından bilemediğimiz, içinde yaşıyor olmamıza karşın göremediğimiz, birçok farklı özelliklerini öğrendim.
Bir başka şeyi daha öğrendim. Aslında bizim bilidiğimiz İstanbul’u onlar bizden çok daha iyi tanıyorlardı. Üzüldüm, bizim göremediklerimizi onların bizden çok daha iyi görebilmişlerdi.. Uzun yıllar iletişimde olduğum yabancı kökenli arkadaşlarımdan, gelip gördükleri İstanbul’u bana anlatmalarını istedim her gelişlerinde. Özellikle değişimleri değerlendirmelerini istedim. İstanbul’a geldiklerinde gördüklerini bana anlatmalarını istedim.. Anlattılar İstanbul’u bizden çok daha iyi bilebildiklerini ve yaşanan olusuzluklardan ne kadar çok üzüldüklerini gördüm. İstanbul’u maalesef ki onlar gibi gözlemleyememişiz, tanıyamamışız. En kötüsü ise; İstanbul’u olması gerektiği gibi koruyamamışız ne yazıki!.
Her geldiklerinde hiç üşenmeden İstanbul’u tekrar tekrar gezerdik. İlginç olanı ise; bu şehirde yıllardır yaşayan ben olmama rağmen, onların İstanbul’u benden çok daha iyi bildiklerini gördüm. İstanbul’a ne kadar eziyet çektirdiğimizin bir yabancı gözüyle dile getirilişini gördüm.
Kendime kızdım, gördüm ki; ağlayan İstanbul’u anlayabilmek, anlatabilmek için hiçbir şey yapmamışız.
BİR TUTAM TEBESSÜM
BEN SÖZÜMDEN DÖNMEM!
Bir gün Nasreddin Hoca ile komşusu bahçede oturuyor ve sohbet ediyorlarmış.
Komşusu Hoca’ya sormuş:
– “Hoca’m, sen kaç yaşındasın?”
Nasreddin Hoca derin derin düşünmüş ve ak sakallarını sıvazlayarak:
– “Kırk yaşındayım”
Komşusu şaşkın bir şekilde hemen itiraz etmiş:
– “Nasıl olur bu Hoca Efendi, 10 yıl önce de sorduğumda aynı cevabı vermiştin”, demiş.
Hoca sakince gülümsemiş ve:
– “Komşu Efendi ben sözümün eriyim. Sözümden dönmek bana yakışmaz. On yıl sonra da sorsan aynı cevabı vereceğim”, demiş.