İstanbul'dan yansıyan insan manzaraları her zaman ilgimi çekmiştir.
İstanbul her şeyiyle ve her yönüyle ilginç bir kent. Kolay değil; yerleşik 16 milyon insanın yaşadığı, ayrıca; günübirlik olarak yaklaşık beş milyona yakın insanı konuk eden bir dünya kenti. Günün her saatinde, geçmişi çok eskilere dayanan ilçeleri ve mahallelerinde yaşananlar ve yaşayanlardan yansıyan kaotik görüntülerle, ilginç olaylarla karşılaşmanız en doğal olanı.
Yaklaşık 60 yıldır İstanbul’da yaşayan, fırsat bulabildiğim her zaman İstanbul’u dolaşmayı alışkanlık haline getiren biriyim. O nedenledir ki, İstanbul’dan yansıyan insan manzaraları her zaman ilgimi çekmiştir.
Tavsiyem; bir gününüzü ayırıp bu insan manzaralarını gözlemlemeye çalışın ve İstanbul’u yönetmenin ne kadar da zor bir iş olduğunu görün. “Taşı toprağı altın” deyip İstanbul’a koşa koşa gelenler, şimdi giderek ağırlaşan şartlar nedeniyle yaşadıkları hayal kırıklıklarıyla İstanbul’dan ayrılabilmenin yolunu arar dururlar. Çok net görünen bir şey var ki, o da; “İstanbul artık taşı toprağı altın olan” bir büyük şehir değildir.
İstanbul’da bir gün içinde yansıyan insan manzaralarından birkaçından söz edelim;
İstanbul toplu taşımacılığını en büyük yükünü çeken otobüsler, metrobüs, metro ve Marmaray duraklarında insanların çektiği sıkıntıdır. Gelen otobüse, metrobüse, Marmaray ve metroya binebilmek için yaşananlar, bindikten sonra inmek istedikleri duraklarda inebilmeleri için yaşadıkları.
Bir başka eziyet ise, Beylikdüzü-Söğütlüçeşme arasında 24 saat hizmet veren metrobüs duraklarında yaşananlar. Metrobüs sefer sayıları oldukça arttırılmış olmasına rağmen hala tıkış tıkışlar, özellikle aktarma duraklarında yaşananlar çekilir çile değil. Aktarma duraklarının birçoğu; başta Zincirlikuyu ve Cevizlibağ olmak üzere var olan kalabalıklar için yetersiz. Oralardaki en çekilmezi işe; duraklarda duvar gibi metrobüs kapıları önünde, bekleyenlerin yarattığı karmaşa. Ne inebiliyorsunuz ne de binebiliyorsunuz. Burada en büyük görev kuşkusuz, bu karmaşayı yaratanlara düşüyor.
Toplu taşıma araçlarından otobüs, metrobüs, tramvay, metro ve son zamanlardaki yoğunluğuyla Marmaray’da yaşananları anlatabilmeye kelimeler yetmez. Binebildiğinizde ise, içeride yaşadıklarınızı anlatmak burada yazacaklarımızla bitmez. Ama, en çok yazılması gereken ise; kapı önlerine demir atıp elindeki telefona bakakalanların, binenlere ve inmek isteyenlere yol verme konusunda yaşattıkları zorluklar. Tüm toplu taşıma araçlarında yaşanan bu durum kabusa dönüştü. Bu konuda eğitilmemiz neredeyse imkansız gibi.
Bunlardan Marmaray’daki durum iyice iflah olmaz durumda ve tam bir kabus. Buna bir de sefer sayılarındaki süre (15 dakikada bir) ve aktarma istasyonlarındaki yanlış seçim, aktarma ek seferlerindeki yanlış planlamalar, işin iyice zorlaştırılması için çok önemli bir neden.
Ve Marmaray’da istasyonları gösteren kapılar üzerindeki ışıklı panoların (metrolarda var) yokluğu nedeniyle istasyon bildiren duyuruların keyfi olarak zaman zaman unutulmaları.
İstanbul’u yönetmek çok zor. Yaşananlara çözüm bulmadaki niyet ve hangi gözle bakıldığı çok daha önemli. Amaç çözüm ise; tüm bu zorlukları yaşayanlarla kurulacak iletişim sonuçları değerlendirilmeli.
İstanbul’daki insan manzaralarında yansıyanların özü bu. Yaşayanlardan çok yaşatanlar ne düşünüyor asıl önemli olan o!
BİR TUTAM TEBESSÜM
BİLİM ADAMI TEMEL!
Temel arkeoloji dalında araştırmalar yapan bir bilim adamıymış... Bir gün Amerika’da bir konferansa katılmış.
Konferans sırasında kürsüye çıkan Amerikalı bilim adamı konuşmasında:
- “Biz ülkemizde yapılan çok eski kazılarda 25 metre aşağıya indik ve telefon kablolarına rastladık. Demek ki bizim atalarımız, taa o yıllarda bile, telefon kullanıyorlardı” demiş.
Amerikalı bilim adamından sonra kürsüye çıkan Temel;
- “Bu o kadar da önemli bir şey değil ki!” demiş. “Biz ülkemizde yaptığımız kazılarda
50-60 metre aşağılara indik ve kabloya benzer hiçbir kalıntı bulamadık. Demek ki bizim atalarımız, telefon yerine daha gelişmiş teknoloji olan cep telefonu kullanıyorlardı” demiş.