Bu da ne demek diye kafanızı fazlaca yormayın. Ama söylediğimi de pek göz ardı etmeyin.
Aslında bu ilginç dikkat çekme yıllardır İstanbul’un “şehir efsanaleri”nden biri haline gelmişti de, o zaman söylenenler başka bir konu için, İstanbul’un birçok sokağında rastalananlardandı. Anımsayacaksın; bir dönemler İstanbul’un birçok sokağında tamiratlar, yol kazıları ve neden oldukları sürpriz trajikomıik kazalar en çok rastlanan, endişe duyulan olaylardandı.
O nedenle yukarıda söylediğim söz en çok söylenen, dikkat çeken ikazlardan biriydi. Neyse ki, o derin kazılar ve çukurların olduğu dönemleri geride bıraktı. Yerel yönetimler bu konuda çok daha dikkatli davranıyorlar ve eskiden o çukurlar nedeniyle yaşanan kaza haberlerini neredeyse okumuyoruz. Hatırlayın; o çukurlara otomobilin düştüğü haberlerine bile rastladığımız olmuştu.
Peki şimdi nedir bu başlığı atmamızı gerektiren durum?
Anlatalım;
Yıllardır, İstanbul’un birçok yerinde süregelen ve son bir iki yıldır iyice artan adına ”Kentsel Dönüşüm” denilen, aslında başlangıcı; o çok yıkıcı 1999 Körfez Depremi sonrasında acilen alınması gereken önlemlerin başında olan, İstanbul’un eskiyen, zemin etüdlerine göre, temelleri zayıf olduğu tesbit edlen yerlerdeki bu binaların yenlenmesine yönelik bir uygulamaydı.
Başlangıçta bu yenileme çalışmaları gerekliydi ve bazı olumsuzluklara tahammül kaçınılmazdı. Ama ne oldu, bu gereklilik, kısa sürede evlerin yenilenmesinin çok ötesine, bir nevi rantsal değişime yol açmaya başladı. Bu konuda nelerin yaşandığına haberlerde rastlıyor ve gazete sayfalarında okuyabiliyorsunuz.
İstanbul’un en lüks, yaşanabilir semtlerinde hızla süren bu yenilemelerin yanı sıra, şehrin birçok yerinde hızla çoğalan ve elde kalması gereken yeşil alanların imara açılması sonrasında gökyüzüne doğru yükselen çok katlı binalar ve bu artışla birlikte cadde ve sokaklarde iyice kontrolden çıkarak adeta trafik karmaşasına yol açan, tehlike saçan hafriyat kamyonları, gerek “kentsel dönüşüm” adı altında hızla yayılan, yenilenen bina inşaatları, birçoğunun ne zaman biteceği belli olmayan çok katıl siteler, binalar; Güzelim İstanbul’u inşaatlar şehrine dönüştürdü. Birçok yerde tamamlanması çok uzun sürecek görüntüsü yansıtan çok katlı binalar ve hızla süregelen bina yenileme inşaatları.
Etrafınızda, alışagelmiş araç trafiğinin çok ötesinde kontrol edilmeyen hafriyat kamyonları, bina yıkan, etrafı toz dumana katan bina yıkıntıları ve bu binaları yıkan dözerler, bina yıkımı sırasında gökyüzüne yükselen garip, dayanılmaz gürültüler ve bu bina yıkımları, inşaatları sırasında alınmayan, tehlike arzeden önlem eksiklikleri ve en kötüsü inşaata hazır beton pompalayan makinelerin içinizi karartan, ürpertici homurtularının olduğu ortamda yaşamanın eziyetine gelin de dayanın.
Tüm bu inşaatların devam ettiği; sokak, cadde ve alanlarda, kısacası; İstanbul’da gezerken, uçanla kaçana değil, aman kendinize dikkat edin.
BİR TUTAM TEBESSÜM
NASRETTİN HOCA VE KIYAMET!
Nasrettin Hoca’nın arkadaşları hocaya bir şaka yapmaya karar vermişler.
Hocanın yanına gidip; Hocam “duyduk ki yarın kıyamet kopacakmış. Gel senin şu kuzuyu keselim. Bir güzel yiyelim” demişler.
Hoca söylenene inanmamış ama yine de tamam demiş. “Yarın göl kenarında buluşalım. Orada keser yeriz.”
Ertesi gün olmuş. Hoca ve arkadaşları göl kenarında buluşmuşlar.
Hoca demiş ki; ”Ben ateşi yakıp eti pişirinceye kadar siz biraz gölde yüzün.”
Bu teklif arkadaşlarının hoşuna gitmiş. Kıyafetlerini çıkarıp göle girmişler.
Biraz zaman geçince gölden çıkmak istediklerinde bir de bakmışlar ki hoca bütün kıyafetlerini yakmış, çıplak kalmışlar.
– “Aman hoca ne yaptın sen, biz şimdi nasıl köye döneceğiz”.
Bunu duyan hoca gülerek cevap vermiş:
– “Bu kadar üzülmeyin canım, nasılsa yarın kıyamet kopmayacak mı?”