İnsan olmanın alameti farikası anlam verme özelliğidir. Bir insan, anlam verme özelliği ile vardır ve insandır.

İnsan olmanın alameti farikası anlam verme özelliğidir. Bir insan, anlam verme özelliği ile vardır ve insandır. Vahşi kapitalizmin en tehlikeli amaçlarından biri, insanın zaaflarını kullanarak konfor alanını genişletmek, zekâyı ahlak ve akıldan uzaklaştırarak anlam verme gücünü zayıflatmaktır. Zira zaaflara ve gösterişe yönelmiş bir hayatın inşasında anlamın yeri yoktur.

Anlam zayıflamasının etkilerini birey, aile, kurum ve toplum olarak yaşamın her alanında görmek mümkün. Örneğin bir konuda kendimize has düşüncemiz benzemek istediğimizin düşüncesine yenik düşüyor, sade yaşam tarzı yerini gösterişe bırakıyor. Salondaki koltuğun rahat etme özelliği gösterişine yenik düşüyor. İhtiyacımız olan bütçemize uygun eşyalar markalara, içtiğimiz çayın tadı bulunduğumuz mekânın görüntüsüne, yaptığımız işin özü gösterişine, olanlar olmuş gibi görünmeye, eylem eylemsizliğe yenik düşüyor.

Üyelerini bir arada tutan aile değerleri, aynı çatı altında bireysel yaşama, vatandaşlık bilincini diri tutan bilinç duyarsızlığa, devletleri o devlet yapan ortak değerler değersizliğe yenik düşüyor. Bireyler arası ilişkiler gibi toplumlar arası ilişkilerde de sınırlar kalkıyor, sıradan ve tek tip yaşama yöneliyor, yönlendiriliyoruz. Bu tek tip yaşamın özünde anlam arayışı değil daha çok tüketim arayışı yer almaktadır.

KENDİ OLMAK

Anlam yitimi, eşya ile ilişkimizi, ihtiyacımız olan gerçekten ihtiyacımız olmayana yönlendiriyor. Anlamı oluşturan öz ve olgu kaybolurken anlamı olmayan algı ve gösteriş süslüyor yaşamımızı.

Anlam daralmasının tehlikeli sonuçlarından biri insanın kendini arayışı ve kendini bulma çabasının zayıflamasıdır. Kendini göstermekten, beğeni peşinde koşmaktan, başkası gibi görünmekten, ait olmadığı hayatı yaşamaktan kendisi olmaya zamanı kalmıyor günümüz insanının. Tüketmekten üretmeye, düşünmeye, odaklanmaya, sakin kalmaya, maddi varlığa odaklanmaktan manevi varlığına odaklanmaya ve yaşamı düşünmekten ölümü düşünmeye vakti kalmıyor. Yaşamı giderek hızlanan ve konfor alanı alabildiğine genişleyen çağdaş dünyanın insanı, belki de farkında olmadan insan olmanın anlamını yitiriyor.

Modern insanın anlam alanı daraldıkça idraki de sınırlanıyor ve kendi olmaya zamanı kalmıyor. Fiziksel, duygusal ve zihinsel yapısıyla insan, kaynağını gönül değerlerinden alan akletme yetisinin yavaşlamasıyla zaaflarına yeniliyor. Düşünüyor belki ama akletmede zorlanıyor. Ve sonuçta kendi olmayı sürdüremiyor.

İnsanın, anlam peşinde olup kendi olmayı sürdürme çabası tarih boyunca süregelmiştir. Zor koşullara sahip ilk insanlardan tarım, sanayi ve bilgi toplumuna geçiş süreçlerinde insan; öncelikle hayatta kalmaya, korunmaya, barınmaya, çoğalmaya yönelmiştir. Bu temel ihtiyaçlardan sonra ait olmak, sevmek, sevilmek ve kendini gerçekleştirmek gibi psikolojik ihtiyaçlar öne çıkmıştır.

Biyolojik ihtiyaçlar, insanın doğa ile mücadeleye odaklanmasına ve kendisini ihmale yol açtığından geleneksel bilim, araştırmayı, metodu ve somut verileri merkeze almıştır. Ama insanı; doğanın sıradan bir nesnesi olarak görmenin ve doğa ile ilişkisini ele almanın ötesine geçmemiştir. Çünkü uzun yıllar insanlık üzerinde belirleyici olan dini söylemlerin yanında daha somut gerçeklere yönelen bilime ihtiyaç duyulmuştur.

KONFOR ALANI GENİŞLEYİNCE

Yeni bilimsel anlayışın hedefi insanı, metot ve araştırmanın önüne geçirerek merkeze yerleştirmektir. Sorun şudur ki modern kapitalizm bütün gücüyle bu yönelimi engellemeye çalışıyor. Çünkü insanın sıradan bir nesne olmaktan çıkması, maddi varlığını aşarak varlık nedenine yönelik soruların peşine düşmesi, kısacası mana âlemini algılayarak yeniden anlam verme yeteneğini geliştirmesi ve yeniden üretmesi, tüketimi yavaşlatacaktır.

İbn-i Haldun, bilimle uğraşanların fildişi kulelerinden çıkarak insanın pratik gerçeğine inmelerini haykırmıştır. Kalabalık şehir hayatının tek tip yaşama zorladığı insanın, konfor alanı genişledikçe üretimden uzaklaştığını, ahlaki yozlaşmanın çoğaldığını ve tüm bunların ise anlam arayışındaki daralmadan kaynaklandığını vurgulamıştır.

Hızla genişleyen konfor iklimi insanın; etkinlik alanının yavaşlamasına, tek tipleşmesine, gösteriş peşinde koşmasına, tüketimi ihtiyacın ötesinde bir çılgınlığa dönüştürmesine, ahlakının yozlaşmasına ve nihayet psikolojik dengesinin sarsılmasına neden olmaktadır. Tüm bunların bir sonucu olarak insanın kendini bilmeye yönelik anlam arayışından ve hayat ile ölümün sürekliliğinden uzaklaştığını görmek zorundayız.

Elbette bilimsel araştırma, yöntem ve öğrenmeyle iç içe olmalıyız. Ancak zekâmızın öncülüğündeki bu arayış devam ederken aklı ve ahlakı ihmal etmek, insanı var oluş gerçeğini anlamaktan uzaklaştırır.

Zekâ ve bilimsel araştırmanın ahlak ve akılla desteklenmesi, beslenmesi şarttır. Zekâ, insanın çevre ile ilişkisini bilimsel veriler ışığında anlamasına, ahlak ve akıl ise insanı merkeze koyarak madde ile mana dengesinin kurulmasına yardımcı olacaktır. Böylece insanın konfor alanıyla anlam alanının dengelenmesi, kendi olması, kendini anlaması ve insan olmayı sürdürmesi kolaylaşacaktır.

Bütün mesele insanın gönlü ile muhabbeti sürdürerek anlamdan uzaklaşmamasıdır. Ali Ekber Çiçek’in enfes türküsünde dile getirdiği gibi.

Gönül gel seninle muhabbet edelim, Araya kimseyi alma sevdiğim.

Ya benim kimim var kime yalvarayım, Kaldır kalbindeki karayı gönül.

(Ali Ekber Çiçek)