İnsan, İslam'da "eşref-i mahlûkat" (yaratılmışların en üstünü, en onurlusu) olarak kabul ediliyor.
İnsan, İslam’da “eşref-i mahlûkat” (yaratılmışların en üstünü, en onurlusu) olarak kabul ediliyor. Kur’an’da insanın değerine, yüceliğine, ruhsal bakımdan üstün yaratılışına, ona verilen yüksek paye ve itibara işaret eden ayetler olduğu gibi onun fiziki varlığının da eksiksiz, kusursuz, başka türlüsü olamayacak biçimde yaratıldığını ifade eden ayetler var. Şu iki ayet bunlardandır: “Hakikaten biz insanı en güzel (daha üstünü olamayacak) biçimde yarattık.” (Tîn, 4). “O (Allah) değil mi seni yaratan, varlık amacına uygun olarak kusursuz şekil veren, bedenini en düzgün biçimde oluşturan?” (İnfitar s. 7).
Bu açıklamalar gösteriyor ki insan bu evrende her şeyin kendisiyle değer kazandığı varlıktır. Pozitif değerine sınır yoktur. Bu yüzden hiçbir bilgisi, görgüsü, marifeti, liyakati, statüsü olmayan sıradan bir kimse bile sırf insan olduğu için değerlidir ve hürmete layıktır. Ünlü bilge Sadi, “Dünyanın bütün servetleri, bütün dünyanın saltanatı, haksız yere akıtılan bir damla insan kanına değmez” diyor. Bunun yanında yine Kur’an’da insanın hem iyiliğe hem de kötülüğe eğilimli olarak yaratılmış olma özelliğine de değinilmektedir. İnsan iyi ve güzel davranışları tercih ettiği zaman kendisine layık görülen en yüksek mertebe ve makamlara ulaşabiliyor. Kötülüğe eğilim gösterip zulüm ve haksızlığa yöneldiği zaman da Allah Katındaki derecesi hayvandan bile aşağı iniyor. Bununla ilgili bir ayet şöyle: “Onlar kalpleri vardır anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler; işte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdır (A’raf suresi 79).
İşte biz tam bu noktada bir nebze insanın bu negatif yönüne dikkat çekmek istiyoruz. İnsanın ruh dünyasını tanıma çabalarının başlangıcından beri bu vadide çok büyük mesafe alındığını söylemek; bugünkü bilgilerimizin bin, iki bin yıl öncekinden çok fazla, çok ileri olduğunu iddia etmek çok zor. Bu alanda birçok soru cevaplandırılmayı, birçok sır çözülmeyi bekliyor. İnsanla ilgili bu karmaşık, bu anlaşılmaz durumu Althusser çok anlaşılır şekilde ifade etmiştir: “İnsanın temel niteliği, tahmin edilemez oluşudur.” Çok sayıda insanın hayatında sevdiği, güvendiği, ümit bağladığı kimseler tarafından aldatılma, kandırılma, yüzüstü bırakılma gibi sahneler vardır. Böyle durumlar insan hayatındaki en önemli şokları oluşturmaktadır. İnsanların bilinen çizgilerini birdenbire değiştirmelerinin, prestijlerini, itibarlarını bir anda ayaklar altına almalarının başta gelen nedenlerinden biri açgözlülüktür, çıkar düşkünlüğüdür. Şu ayetler insanın bu yönüne değiniyor:
“Gerçekten bazı insanlar pek hırslı yaratılmıştır. Kedisine bir fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder; iyilik dokunduğunda ise pinti kesilir.” (Mearic s. 19-21)
“İnsana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir, yan çizer; fakat ona bir kötülük dokunduğu zaman da yalvarıp durur.” (Füssılet s. 51)
Nankörlük ve bencillik de insanların çok tanıdık psikolojilerindendir. Şu ayet de bununla ilgili:
“İnsana bir sıkıntı gelip çattığında bize yalvarıp yakarır, fakat biz ondan sıkıntısını giderdiğimizde bize hiç yalvarmamış gibi çekip gider.” (Yunus s. 11-12)
İnsanın ne kadar esrarlı bir varlık olduğunu, tam olarak tanınmasının, bilinmesinin imkânsızlığını şairler, yazarlar, düşünürler de büyük bir isabetle ifade etmişlerdir. Attila İlhan’ın bir şiirinin bir dizesi şöyle: “İmkânsız bir şey, bir insanın bir insanı tanıması.”
Çelik Gülersoy da insanı şöyle niteliyor: “İnsan, içinde hem çiçek hem de dinamit taşıyan kapalı kutudur.”
Bütün bunlar göstermektedir ki, ruh dünyalarına ait sırlar tam olarak aydınlatılamadıkça insanlar birbirlerini sürprizlerle, hayal kırıklıklarıyla yüz yüze bırakmaya devam edeceklerdir.