Erzurum'un Horasan ilçesine bağlı Iğırbığır köyümüzün üst kısmındaki kalelerde Urartular'dan kalma buluntular var. 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşında sınır köyü olan köyümüzün Kırklar Tepesinde o dönemi resmeden şehitlik var.

Köyümüzdeyiz. Kalabalık şehrin dayanılmaz gürültüsüne inat hasret kaldığımız cıvıl cıvıl kuş sesleriyle iç içeyiz. Güneşin batışıyla uyumak isteyen gözler, sabahın ilk ışıklarıyla açılıyor. Dünyayı sarsan iklim değişikliği sorunu köyü etkilememiş. Zira temmuz ayının ortasında hava serin, akşamları üşüyenler var.

Erzurum’un Horasan ilçesine bağlı Iğırbığır köyümüzün üst kısmındaki kalelerde Urartular’dan kalma buluntular var. 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşında sınır köyü olan köyümüzün Kırklar Tepesinde o dönemi resmeden şehitlik var. Gelin Taşları, Orta Anadolu’da bulunan peri bacalarına benzerliği ile dikkat çekiyor. Bu alanların kültür, tarih ve turizm değeri bakımından korunmaya alınması için başlattığımız çalışma tamamlanmak üzere.

Başta Kanisipi olmak üzere geniş yaylaları, meraları, otlakları var köyümüzün. Çiftçilik ve hayvancılık başlıca geçim kaynağı. Şimdilerde şehirden gelip ev yapanlardan dolayı inşaat ustalığı da hızla yayılıyor köyde.

MODERNİTENİN SALTANATI

Varlığın her zerresine sirayet eden değişim ve dönüşüm köydeki yerleşim ve yaşam düzenini de etkilemeye başlamış. Yeni binalar eski toprak evleri sıkıştırmaya başlamış. Tarımla uğraşanlar azalmış. Ekmeğini, sütünü, yoğurdunu, peynirini kendisi üretenler azalmış. Çocukluğumuzun köy sabahlarında güneşin doğuşuyla her evin üzerinde tüten tandır dumanları neredeyse yok artık. Şehirden gelen fırın ekmeği, tandır ocaklarının dumanını kesmiş. Belli ki modernitenin saltanatı köylere kadar uzamaya başlamış.

Dönüşüm hayatın bir gerçeği. Sessizliği, sakinliği ve otantik değerleri için şehirden gelenler, belki de bilmeden bu özellikleri değiştiriyor. Şehirden uzaklaşarak köyü solumak isteyenler olarak bu mekanların doğasını bozacağız diye endişelendim. Şehrin kalabalığı ve gürültüsünden kaçanlar, köylerde gürültüye ve kalabalığa neden oluyor.

Köylerin yerel kültürü ve kendisine has yaşam biçimi, ürkütücü boyutlara ulaşan kütle kültürünün baskısına maruz kalıyor. Yerel dünyaların gerçek yaşam değerleri ile kollektif dünyanın küresel sanal değerleri arasındaki mücadele kızışıyor. Ve köyler tüketici olmaya başlamış ne yazık ki.

Aman dikkat köyleri geliştirelim ama değiştirmeyelim. Doğallığı bozacak duruş ve davranışlardan kaçınalım. Zira köyler rahmetimizin ve değerlerin kaynağıdır. Köylerden sonra gideceğimiz yer yok. Ve köyler bağımsızlığın ve devlet olmanın mührüdür.

Köydeki tabiatın el değmemiş güzelliği, talip olanlara neler söylemiyor ki? İki güvercin bile hayatın amacını ve anlamını haykırıyor. Köy evimizin terasına yuva yapmaya çalışan bu iki maşuku izliyoruz günlerdir. Biri erkek biri dişi güvercinler hummalı bir uğraşla yuva yapıyorlar. Bir tanesi durmadan dışarıdan küçük ağaç dallarını gagasıyla taşıyor. Dişi olan yuvanın içinde ve gelen malzeme ile itinalı biçimde yuvayı örüyor.

KAVGA YOK

Erkek güvercinin dışarıdan getirdiği çalı çırpıyı, dişi önce bir kenara yığıyor sonra tane tane seçip yuvayı örüyor. Yuvayı yapan dişi kuş, erkeğin getirdiği bazı malzemeleri beğenmiyor olmalı ki bir kısmını atıyor. Düşen parçalardan anlıyoruz ki bu küçük ağaç dalları hem aynı boyda hem de esnek bir yapıda. Başka türlü kuş yuvası yapmak zor. Kim bilir hangi ağacın dalları yuva oluyor onlara.

Belirli süre çalıştıktan sonra ikisi birlikte çıkıp dolaşıyorlar. Engin gökyüzünde bir tur atıyorlar. Biraz çalıştıktan sonra yerdeki çeşmeden su içmelerini görmeniz lazım. Gagalarının dolacağı kadar suyu her içişlerinde kafalarını kaldırıp göklere bakıyorlar. Belki biyolojik bir ihtiyaç ama biz göklere yönelen bu bakışı, suyu verene şükür gibi algılıyoruz. Tabii güvercinlerin dilini anlamıyoruz ama beden dilleri ve seslerinden birbirlerine aşklarını anlıyoruz. Kavga yok, gürültü yok aralarında. Engin gökyüzü gibi daracık yuva da yetiyor ikisine.

Güvercinlerin dünyasında bolluk, özgürlük, merhamet, sabır, rıza gösterme ve eşitlik var. Şiddetli geçimsizlik, yalnızlık, cehalet ve bağımlılık yok. Sıkıntılar gibi sevinçleri de birlikte göğüslüyorlar.

Modernitenin mesaj bombardımanından uzak sakin ve içten bir hayatı birlikte yaşıyorlar. Bu da onlara yetiyor zaten. Sadece akıllarını değil gönüllerini ve kalplerini de yuvanın içinde yeşertiyorlar. Birbirlerine bağlılar ama bağımlı değiller. Benliklerin yıkıcı etkisini aşmış ortak kadere rıza göstermişler. Mutluluğun sadece kendi isteklerinin yerine gelmesinden ibaret olmadığının idrakini, bilgi düzeyinde değil bir hayat biçimi olarak yaşıyorlar.

Ne olurdu sanki modern dünyanın aileleri olarak bu güvercinlerin dünyasından dersler çıkarsak. Bize bağışlanan bu kısa ömürde doğal, samimi ve sabırlı olmaktan ödün vermesek. Tüm varlığı kucaklayan Yaratıcı ile doğrudan irtibatı yitirmesek. Üretici olmaya devam etsek. İki güvercin gibi…