İbadet, Hak ile kurulan her türlü ilişkidir.
İbadet, Hak ile kurulan her türlü ilişkidir. Halkın ibâdeti cüzün külle olan ihtiyacından dolayıdır. Yokluk varlığa ihtiyaç duyar ve kendinde bir varlık oluşturabilmek için varlığa yanaşır. Hakk’ın ibâdeti ise Allah’ın zâtının isimleriyle ortaya çıkmasıdır. Tasavvufta her varlıkta tecellî eden Allah ismi Rab’dır ve kulu eğitir. Şerîatta ise, kulun ibâdeti sebebiyle her varlık kuldur. Bizim görevimiz; kulluğumuzu bilmek ve bilincinde olmak, bir kuvvet-i kudret sahibi olmadığımızı da idrak edebilmektir. Bunu biliyoruz da yapamıyoruz. Mesele orada. Hepimiz mutlaka bu kadar ilimden sonra bir şeyi öğreniyoruz ve biliyoruz. Mesela bir iş için torpil olacak, gerekecek hemen kaç kişinin peşinde koşturuyoruz öyle değil mi? Tabii ki yardım isteyeceğiz, insanlar yardımlaşarak bir şey götürüyorlar, ama yardımın oradan gelmediğine iman ederek, “Olsa da olur olmasa da olur” diyerek istemek lazım. İkincisi; kula yalvarmak, kulun önünde el açmak, “Senden gelir ne gelirse” demekten daha büyük bir günah olamaz. Öyleyse sığınacaksak Allah’a sığınalım. Ancak Allah’tan yardım istemeliyiz. Yoksa dünyadaki işlerimizin olması için bir aracı ve tavassut eden olacaktır. O da bir sebep oluşturur.
Bütün hallerde ve zamanlarda kul için en önemli şey şânı yüce Allah’ı tanımaktır. Hak Teâlâ “Ben cini ve insanı sadece bana ibâdet etsinler diye yarattım.” buyurmuştur. Bu âyetteki “ibâdet etsinler” ifadesi “tanısınlar” mânâsına gelmektedir. İbadet konusunda Hocama sordum; “Hayvanların da ibâdeti var mı?” Hocam da dedi ki: “Karıncanın ibâdeti; en çok yemek toplayan karınca en ibâdet eden karınca, çünkü onun ismi o, yemek toplamak” tır. Öyleyse o ismi uygulayan kişi, ibâdetini yapıp ben merhametliysem, merhametimi ortaya koyduğum her anda ibâdetteyim demektir. Yani kendimdeki Allah’ı idrak etmek; yani ben Allah’tanım demektir. Diğer yandan Ârif olmayana göre ibâdet, herhangi bir muameledir. Sanki o dünyada amel etmiş, ücretini de âhirette alacaktır. Yani cennet için ibâdet eder, cehennem korkusuyla ibâdet eder. Bu da bir vazifedir. Oysa kamil bir mümin Allah rızası için nefes alır ve nefes verir. Ömrünü bu şekilde geçirir. Yani Allah’ı istemekten başka bir ibâdet olamaz.
Ârife göreyse ibâdet, düşüncelerini nefsin hayalî ve kuvvetlerini aldanış yönünden Hakk’ın yönüne çevirerek bunları çekecek bir riyâzattır. Yani en büyük ibâdet; her hadisede Hakk’ın rolünü görmek ve ona hürmet etmektir. O zaman teslimiyet geliyor, yani “Allah bunu burada, bunun için yaptı” diyorsunuz; teslim olduk, “Çok şükür” diyorsunuz, üzüntü kalkıyor. O zaman çok büyük gayret gösterdiğiniz bir şey olmadığı zaman üzülmüyorsunuz, çünkü “Hakkımda hayırlı değilmiş” diyorsunuz, “olsaydı, Allah lütfederdi” diyorsunuz.
Adamın birisi Hazreti Peygambere gelmiş “Yani efendim ibâdet edecek hâlim yok o kadar parasızım” demiş. Peygamber Efendimiz demiş ki: “Hak Teâlâ sana bunu vazife vermiş, isteme oğlum.” o da; “Yok, ne olur bir lokma, hâlim olsun da ibâdet edeyim” demiş. Peygamber de: “Madem istedin” diyor, dua ediyor. Adam paraların içine gömülüyor, fakat gömüldükçe önce Cuma namazını bırakıyor, o normal namazlara vakti kalmıyor, gündüz namazlarına, işte bayramları da terk ediyor, çünkü bayramda da aklı fikri işte. En sonunda geliyor Peygambere diyor ki: “Bunların hepsini üzerimden al. Bu beni ibâdetten, Allah’tan, her şeyden alıkoymaya başladı” Efendimiz de; “Yoo, Allah verdiğini geri almaz. Şimdi onların içinde ibâdet etmeyi öğren” buyuruyor. Onun için istediğimiz şeye çok dikkat etmek lazım, mutlaka vebâli vardır...
Dışarıdaki adamın günahı bir ise, bizde bindir… Sizde bin, bende bir milyondur. Çünkü siz duyuyorsanız ve yapmıyorsanız, dışardaki adamdan daha çok sorumlusunuz. İlkokul çocuğuna; “Niye Einstein’ı bilmiyorsun?” diye tokadı atamazsın, ama fizik okumuş adam bilmiyorsa, tokadı yer. Ben bir de anlatıyorum da anlatıyorum ama yapmıyorsam, anlattıklarımı hayatıma yansıtmıyorsam en büyük felaket bende demektir. Diğer taraftan bakılınca “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” O halde okuyup öğreneceğiz. Üzerimizdeki cehaleti ve gafleti atacağız. İbadet “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!..” emriyle başlar ve insana sorumluluklar getirir. Bilgisizlik ahlaki sorumluluğu üzerimizden kaldırmaz; bilakis felaketlere duçar oluruz. Namaz, oruç, haç, zekat gibi ibadetlerin dışında Muhammedi ahlak hırkasını sırtımıza geçirmeliyiz ki ibadetin sırrına vakıf olabilelim. Dedikodulardan, malayani şeylerden, boş vakitlerden uzaklaşıp, başkalarına faydalı olmak, insanları memnun etmeye çalışmak en büyük mutluluktur. İnsan ilahi mutluluğa eriştikçe, vesveseden kurtulur ve kalben huzura teslim olur.