Televizyona küs gibiyim. Ne zaman baksam ekranda ya cenaze var, ya atışma.
Televizyona küs gibiyim. Ne zaman baksam ekranda ya cenaze var, ya atışma. Katherine Hepburn Hollywood aktrisleri içinde tek sevip saydığımdı. Güzel sayılmazdı. Stüdyo sahiplerinin dışlamalarına karşın yılmadı, yeteneğini sergiledi, Oscar’lar aldı. Ama kendini ciddiye alarak yıldızlık taslamadı. Tehlikeli solcu avına çıkan McCarthy yıllarında çoğu oyuncu birbirini gammazlarken soruları yanıtsız bıraktı. Cezasını türlü yollardan çekti. En kötüsü dost bildiklerinin kıskançlıkları, ihanetleri, saldırılarıydı. Hepsini görmezden geldi. Ortamın en efendi davranışlı sanatçısı Spencer Tracy’ye âşıktı. Evliydi adam. Katolik olduğu için boşanamıyordu. Katherine çevrenin alaylarına aldırmadı. Tracy hastalanınca kendi parlak kariyerine ara verip ona baktı. Öldüğünde sendeledi ama yıkılmadı. Ardı arkası kesilmeyen saldırılara omuz silkmeyi sürdürürken hastalandı kendi de. Sonunun yaklaştığı günlerde olumsuz dedikodular getirip tepkisini soran bir gazeteciye gülümseyerek “Lütfen susun” dedi. “Artık yalnız güzel şeyler duymak istiyorum.'' Ben de öyle bir noktadayım. Şefkat içeren hoş bir görüntüye rastlamak, tatlı bir söz duymak için nereye döneceğimi bilemiyorum. Derler ki ayının kırk türküsü varmış, kırkı da ahlat üstüneymiş. (Her gün iftira böğüren âdemlerin kaç türküsü var sanki? Kâh matematiğin, kâh felsefenin, kâh sanatın hazlarını mı tattırıyorlar bizlere?)
Ahlatın tam ne olduğunu dağda rastlayıp tatmayan bilmez. Hatır hutur, tatsız, yabani bir armut akrabasıdır. Ama evet, ona bayılır kocaoğlan. Yalnız ona değil tabii; dallarda büyüyen meyvemsi her şeye. Gelgelelim tarımdı, tarlaydı, kentleşmeydi derken öyle nimetler içeren ağaçlıklı arazi azaldıkça azaldı. Karnını doyurmakta zorlanan hayvanat ara sıra meskûn yerlere dalıp yiyecek arar oldu. Oralardaki insanlar küplere bindi. “Vuralım, öldürelim, kökünü kazıyalım” çağrıları çoğaldıkça çoğaldı. Akıllı bir ayının dili olsaydı o soykırımcılara şöyle derdi belki: “Bana bakın, istilacı canavarlar! Buralar sizden önce bizimdi. Geldiniz, aldınız, her yeri berbatlıyorsunuz. Hemen defolun, yoksa yerim hepinizi.'' Ama yapamazdı. İlk öğünde midesinin bozulduğunu fark ederdi. Ben azıcık ferahlamak için aradığım uygarlık haberciğini YeniBirlik başlıklarından birinde buldum:
“Ayılar için ormana meyve fidanı dikiliyor”.
Şaka sandım. Ama değil. Resmî açıklama. Kars’ın Sarıkamış ilçesindeki Çamaşır Deresi bölgesinde ayılara ikram diye doğal bitki örtüsüyle uyumlu 2 bin yabani meyve fidanı dikiliyor: 450 ahlat, 350 kadın tuzluğu (öteki adı sarıçalı), 110 kuşburnu ve 220 kiraz. Hepsi iyi de, sonuncusunun akıbeti kuşkulu. Ayılardan önce insanlar yağmalar. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Kars Şube Müdürü Murat Doğanay dikimin nedeni sorulunca akılcı bir açıklama yapmış:
“İnsan ile ayı çatışmasını önlemek için.”
İnsan ile insan çatışmalarımızı önlemek için ne yapabileceğimizi düşünüyorum. En yakın akrabamız şempanzelerdir. Onlar da bizim gibi birbirlerini öldürür, ama yiyecek bolken saldırıları keserler. Öyleyse…Her tarafa muz mu diksek?