Yeniden Hatay'dayız. Hatay Hassa'daki Erzurum Mahallesi'ndeyiz. Hassa; Osmanlı döneminde Hassa askerlerinin yetiştirildiği, tarihi önemi olan şirin bir ilçe. Asrın depreminden sonra insanımızın varlığı da yokluğu da paylaştığını gösteren ve bir yürek birlikteliğinin sonucu yapılan eserin açılış törenindeyiz.
Yeniden Hatay’dayız. Hatay Hassa’daki Erzurum Mahallesi’ndeyiz. Hassa; Osmanlı döneminde Hassa askerlerinin yetiştirildiği, tarihi önemi olan şirin bir ilçe. Asrın depreminden sonra insanımızın varlığı da yokluğu da paylaştığını gösteren ve bir yürek birlikteliğinin sonucu yapılan eserin açılış törenindeyiz.
Erzurumlu sivil toplum kuruluşlarının, Erzurum Konfederasyonu (ERKON) öncülüğünde ve AFAD’ın desteğiyle Hatay’ın Hassa ilçesinde yaptığı konteyner kent mahallesi göz kamaştırıyor. 210 konteyner ev, sosyal yaşam alanları, yeşil alanlar, çocuklar için eğitim ve oyun alanlarından oluşan bu mahalle, Erzurum’u Hatay’ın Hassa İlçesine taşımış.
Yapılan protokol konuşmalarıyla 6 Şubat günündeki asrın depremini adeta yeniden yaşadık. Akşam herkes gibi normal bir yaşam sürdüren insanlar, sabaha karşı her şeylerini kaybetmiş olarak uyandılar. Birden varlıktan yokluğa düştüler. Binlercesi canını kaybetti. Bir yanda ölümler, diğer yanda maddi yıkım ama daha da önemlisi hayatı sürdürmek için verilmesi gereken bir mücadele vardı. Su, elektrik, doğalgaz, telefon gibi yokluğuna hiç de alışık olmadığımız yaşam gereksinimleri bir yana yeme, içme gibi temel ihtiyaç maddeleri de sıkıntılı bir hal almıştı. Ve tüm bunları çok hızlı bir şekilde yerine getirmeniz gerekiyor.
Aynı anda çevre iller de yıkım yaşadığından gelen yardımların ulaşmasını sağlayacak yollarda ulaşım da zor. Kısacası iki dakikaya yakın süren deprem ile insanımız maddi birikimini kaybetti. Ancak kaybolan sadece maddi birikim değildi elbette. Tören sırasındaki konuşmamda da dile getirmeye çalıştım. Yerin altındaki fay hatlarındaki kırılmaya benzer şekilde zihinlerimizdeki fay hatlarında da kırılmalar oldu.
Erzurum Mahallesi örneğinde olduğu gibi maddi yıkım hızlıca düzeltilebiliyor. Nitekim devletimiz, milletiyle el ele verdiği yoğun ve insanüstü çabayla kısa zamanda maddi yaralar sarıldı, sarılıyor. Yıkıma uğrayan ülkemiz için ayağa kalkamaz diye söylentiler yayan bazı dünya egemenleri bir kez daha yanıldılar.
Ancak zihinlerdeki yıkımın giderilmesi daha fazla zaman alacaktır. Daralan, zedelenen, örselenen ruhların dengesini bulması daha uzun sürecektir. Tören sonrası konuştuğumuz Hassalı depremzedelerin gözlerinde bu tabloyu görmek mümkün. Gözü yaşlı bir annenin sözlerini paylaşmak isterim: “Evimiz yıkıldı, işimizi kaybettik, çocukların eğitimi etkilendi. Bunların hepsini devletimiz çözüyor. Çok şükür. Ama aile olarak en büyük sıkıntımız eşimin durumu. Maalesef ruh sağlığı bozuldu. Bir çocuktan farksız hale geldi, boş gözlerle bakıyor, beni görmüyor. Bazen keşke ölseydim de eşimin bu durumunu görmeseydim diye düşünüyorum…”
Göremediğimiz, ulaşamadığımız ve bilmediğimiz psikolojik dengesini yitiren ve gönlü kırık nice insan hikayesini yaşıyor bir yerlerde… Kim bilir…
Mahallenin inşasında emeği geçen valisinden büyük şehir belediye başkanına, sivil toplum önderlerine, iş insanlarına, hayırsever vatandaşlara kadar herkes, tarifi imkânsız bir mutluluk ve duygu hali içinde. Bu, vermenin mutluluğu, derde derman olmanın huzurudur. Yaralıya el uzatmanın, darda olana yetişmenin, toplumsal yıkımı birlikte göğüslemenin verdiği güç ve rahatlıktır bu.
Tören sırasındaki konuşmamada da dile getirmeye çalıştım. Aslında bütün mesele hayatın bize bahşettiklerini nasıl kullandığımıza ilişkin sorulara verdiğimiz yanıtlardır. Kader, kısmet ve çaba bileşkesinde yer alan maddi ve manevi kazanımlarımızı nasıl kullanıyoruz mesela? Örneğin zihinsel potansiyelimizi ne ile meşgul ediyoruz ya da ne için kullanıyoruz? Duygularımız neye ya da kime hizmet ediyor? Aklımız neyin peşinde? Büyük emekle kazandığımız malı, mülkü hangi yollarda harcıyoruz? Nasıl ve nerede tüketiyoruz zamanımızı? Kısacası elimizdeki varlıkları nasıl kullandığımız önemlidir.
Zira elimizdeki varlıkları kullanma şeklimiz; hayatın anlamına ilişkin düşüncelerimizi, psikolojik dengemizi ve nihayet yaşam kalitemizi belirler.
Sağlıklı bir ruh hayatı için yaşamın anlamının peşinde olmak ve bunun için de gerçek ile doğru arasındaki farkı bilmeye ihtiyacımız var. Aklın bulduğu doğrular yetmez çünkü. Gerçeği görmek için aklın yanında his, duygu, sezgi ve ruh dünyamızın da işin içinde olması gerekir. Çünkü insanın varlığı sadece bedeniyle sınırlı değildir.
Şu hâlde elimizdeki maddi varlığı doğru yerde ve doğru amaçlarla kullanmak en önemli varlığımız olan ruhumuzu tatmin edecektir. Yakın çevreden başlayarak insanlara yapacağımız maddi ve sosyal yardımların sürdürülmesi, ruhumuzu tatmin eden değerleri besleyecek ve yaşam tatminimizi sağlayacaktır.
Bu Seyid Seyfullah’ın “Yârim derdini ver bana, dermanın olayım senin” dizelerinde dile getirdiği üzere ötekinin derdine derman olmanın verdiği yüksek tatmindir.