Beşiktaş…
Adı sadece bir semtin değil, bir ruhun, bir inancın, bir dik duruşun adıdır. Benim için Beşiktaşlılığın bir formadan ya da stadyumda yankılanan tezahüratlardan ibaret değildir.
Beşiktaşlı olmak, adam olmadan sahip olunmayacak bir onurdur. Hayata yön veren bir çizgi, kimsesizin kimsesi, haksızlığa karşı dimdik duran bir siperdir. Ben, bu inançla Beşiktaşlılığı benimsedim. Ancak bugün, tanıdığım, sevdiğim, uğruna mücadele ettiğim o Beşiktaşlılığın ruhunda ne yazık ki bir kırılma görüyorum…
Geçtiğimiz pazar günü yapılan genel kurulda, Beşiktaş'ın gücünün sarsıldığı açıkça görüldü. Ahmet Nur Çebi salona gelirken, salonun bir kısmı alkışlarken bir kısım kongre üyeleri tepki gösterdi. Ancak bu tepki daha sonra, Beşiktaşlı olmaya yakışmayan bir çatışmaya dönüştü. Yumruklar, sandalyeler havada uçuştu.
Bu mu Beşiktaşlılık?
Nerede kaldı o Beşiktaş'ın asaleti,
Hani Beşiktaşlı olmak, haksızlığa başkaldırmak demekti?
Hani Beşiktaşlı olmak, içinde adamlık barındıran bir yaşam biçimiydi.
Hasan Arat ve yönetimi olan bitene müdahale etmek yerine seyirci gibi izlemeyi tercih ettiler. Ahmet Nur Çebi, bu kulübe hizmet vermiş, bu kulüpte ter dökmüş bir başkan. Son şampiyon olan takımın, hatta o sezon üç kupa kazanan takımın başkanıydı Severseniz sevmezseniz ona saygı göstermenize gerek yok mu?
Arat ve yönetim, Ahmet Nur Çebi'yi kapıda karşılayıp salona buyur etseydi, bu olaylar bu raddeye gelir miydi? Ama ne yazık ki böyle olmadı; salonda Beşiktaşlılığa dair hiçbir saygı sergilenmedi.
Hasan Arat da bir gün gelecek başkanlığı bırakacak. Ümit ederim kendisi tüm genel kurullara gelebilir. Kendini ifade edebilir…
Ve sadece bir gün sonra Galatasaray maçı geldi. 2-1 kaybettik. Hakem hataları sahadaki mücadeleyi gölgeledi, ama o da Beşiktaş için neredeyse alışılmış bir senaryo oldu. Türkiye'de en çok hakem hatalarına maruz kalan takım Beşiktaş olduğu herkes tarafından görülüyor. Saha içinde bitmeyen mücadelenin yanında saha dışında da tükendiğimiz bir gerçek… Kulübün içindeki bu çalkantılar, zaten yalnız bırakılan takımımızı daha da derin bir girdaba sürüklediği de bir gerçek… Öyle bir noktadayız ki, saha dışında kopan kavgalar, iç huzuru bozan tartışmalar, Beşiktaş'ın karakterini sevimsiz bir hale gelmesine neden oluyor...
Ancak maçın ardından yaşanan olaylar, bu çalkantılı günlere bir gölge daha düşürdü. Hasan Arat'a yakın bir isim Sezgin Gülnar, A Spor muhabiri Emre Kaplan’a yumruklu saldırıda bulundu. Biz Beşiktaş olarak her fırsatta şiddete karşı olduğumuzu açıklarken bir gazeteciye yönetim kuruluna çok yakın bir kişinin şiddet göstermesi hiç yakışık kalmadı…
Gazetecinin burnu kırıldı. Bu olayın ardından Beşiktaş camiası nedense suçlu olarak gazeteci Emre Kaplan’ı göstermeye çalıştı. Beşiktaş'ın adını bu şekilde olaylarla anılması hiç hoş olmadı. Gazeteciyi darp edenin hiç mi suçu yoktu? Gazeteciye saldıran bu kişi, acaba başkan Hasan Arat'ın onayını almadan böyle bir şiddete başvurur muydu? Bunu gerçekten merak ediyorum. Bir de çok merak ediyorum Sezgin Gülnar neden gazeteci Emre Kaplan’a şiddet gösterme gereği duydu.
Beşiktaş iyi yolda değil. Kulüp gördüğüm kadarı ile yanlış yönetiliyor. İlk yarı sonunda lige ve Avrupa'ya havlu atmazsak bence büyük bir başarı olur. Ancak burada asıl mesele Beşiktaş'ın yarışına devam edip etmemesi değil; Beşiktaş'ın özüne, köklerine yabancılaşması. Bugün Hasan Arat'ın atmosferinde bir güç zehirlenmesi, bir üstünlük yanılgısı gözlemliyorum. Yönetim içinden onu bu yanlışlardan döndürecek, uyandıracak kimse yok mu?
Beşiktaş, ruhunu kaybetmemeli. Çünkü bu kulüp, bir sembolden fazlasıdır. Beşiktaş, adam olmayı gerektirir. Beşiktaş demek, insanların umut olabilmesi, zorluklara karşı direnç gösterebilmek demektir. Beşiktaş demek, asalet demektir. İşte bu asaletin kaybolmasına izin veremeyiz, vermemeliyiz. Çünkü biz Beşiktaşlıyız, öyle doğmuşuz, öyle gördük, öyle yaşadık ve yaşıyoruz..
Şimdi Beşiktaş'ın kendini toparlaması, fabrika ayarlarına geri dönmesi gerekiyor. Bir zamanlar duruşu ile Türkiye'ye örnek olan, dikliği ve dürüstlüğü ile fark yaratan bu kulübün tekrar aynı havasına bir an önce dönmesi şart…