Sahi siz hiç güzel sevdiniz mi? Birini sabırla, zarar vermeden güzel güzel?
Her cümlesinde insan sevgisini vurgulayan Reşat Nuri’nin dediği gibi “Çok sevmek yetmez mühim olan güzel sevmek!” Kırmadan, dökmeden, yormadan, acıtmadan, her ne olursa olsun onu koruyarak kollayarak ve bir gün ayrıldığında yaşanılanları susacak kadar…
Sahi siz hiç güzel sevdiniz mi? Birini sabırla, zarar vermeden güzel güzel?
Mesela onu acılarından öperek sevdiniz mi hiç? Kendinizden daha çok ona baktığınız, sözlerini, gözlerini özlediğiniz sevdiğiniz oldu mu?
Sizi aradığında heyecandan eliniz ayağınız birbirine dolandı mı hiç ya da ondan bir mesaj aldığınızda o mesajı belki on belki yirmi kere okudunuz mu? Araba kullanırken gelen mesajla arabayı hemen yol kenarına çekip ona cevap yazıp dakikalarca orada beklediniz mi?...
Onu onsuz sevmeyi kabullendiniz mi peki? Küçük sürprizleriyle avunmayı?
Kavuşabilmenin umudunu taşımanın sevmek kadar güzel olduğunu hissettiniz mi hiç?
Onun sevdikleri sizin de sevdiğiniz oldu mu?
Hepimiz biliyoruz sevgi, insan psikolojisinde çok güçlü yeri olan bir duygu. Fakat ne acı ki gerçekten içten, çıkarı olmadan seven insan bulmanın zor olduğu bir dönemden geçiyoruz. Oysa sevgi, anlayışın, hoşgörünün, barışın ve uyumun şemsiyesi altında toplanmaktır. Çocuk olmanın masumluğunu yaşayarak örneğin küçük prens gibi, bozulmamış bir saflığı, iyi niyeti, temiz ve berrak bir kalbi taşımaktır sevgi.
Sevgi iyiliktir, dostluktur, emektir…
Fuzuli’ye sormuşlar: Sevmek mi daha güzeldir sevilmek mi? Sevmek demiş. Çünkü sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın ama sevdiğinden emin olabilirsin” Şüphesiz ki iki insanın her an aynı duygu düşünce ve beklentilere sahip olması, aynı biçimde davranması olanaksız. Onu kendiniz için sevin. Onu adeta görmek istediğiniz gibi değil de onu olduğu gibi görebilmeyi başarın. Böylece arzu ve beklentilerinizi yerine getirmesi için sevdiğinizi baskı altına almaya, tehdit etmeye başlamaz, yıkıcı bir davranış sergilemezsiniz.
Erich Fromm “Sevme Sanatı” adlı kitabında sevgiyi şöyle tanımlıyor: “Sevgi vermektir almak değildir. Tüccar anlayışlı kişi, vermeye hazırdır; ama ancak bir şey alma karşılığında; bir şey almadan vermek onun gözünde kandırılmak demektir. İnsanlar, sevmekten daha kolay bir şey olmadığını zannederler, oysa tam tersi herkes sevme yeteneğine sahip; ama bunu gerçekleştirebilmek çok zor.” Şu hâlde senin onu sevmen, onun seni sevmesine bağlı değil. Seversin işte, sorgusuz sualsiz. Koşulsuz sevmeye, o seni sevmese de devam edersin. Bırak, bu aşkın zararı da bu olsun. Vazgeçmeyişin zayıflığından değil, aşkına sahip çıkmandan. Ödenecek bedeller vardır aşkta, ödemekten korkan hakkını veremez aşkın. Aşk, bedel ödemeyi göze alanları sever.
Çok sevmek zarar vermez, iyileştirir insanı. Canlı tutar, yaşadığını hissettirir. Fakat bağlanmak öyle değildir. Bağlanmak muhtaçlık hissi yaratır. Karşısındaki onsuz yapamayacağını düşünür. İşte bu tehlikelidir. Bağlanmak hem size hem de sevdiğinize zarar verir. Oysa sevmek onsuz da yapabileceğini bilmektir. Çok sevin, ama bağlanmayın!
Yazımı yazarken Abelard ve Heloise geliyor aklıma ve tarihe geçmiş aşk mektupları... Ben böyle seviyorum işte, diyor Heloise. “Zerafetini, gaddarlığını, inceliğini, kabalığını; olduğun şairi, olmadığın erkeği seviyorum. Bir zamanlar çocuk olduğun ve bir gün ceset olacağın için seni seviyorum. Hem gövdeni hem aklını seviyorum. Yalnızca boynunun düzgün çizgilerini değil, koltuk altının terini de seviyorum. Kanımı tutuşturan gücünü de, çocuk gibi elinden tutma hissi uyandıran güçsüzlüğünü de seviyorum...”
Sonra Fikriye ile Latife geliyor aklıma. İkisi de Mustafa’yla Kemal’i koca Atatürk’ü nasıl sevmişti. Belki Latife daha çok sevdi! Fikriye canına kıydı kurtuldu, ya Latife? Paşadan ayrıldı, ama aşkını yıllarca sabırla ve mühürlenmiş bir sessizlikle taşıdı. Asker sözü vermişti, beraber geçen hayatıyla ilgili kimseye bir şey söylemeyecekti. Neler anlatabilirdi oysa… Aşk susmaktı öyleyse… “Nefis bir hikaye oldu” deyip geçmek değil!
Deveciyle dostluk eden kapısını büyük tutar, derler. Çok şey beklememek, gurur meselesi yapmamak, susmayı bilmek…
Bu yazıyı yazmama vesile olan, bana ilham veren Eflatun’un şarkısını mırıldanıyorum “Seni en çok ben değil, ama en güzel ben sevdim…”
Bir adam sevin yahut bir kadın, ama güzel sevin. Güzel güzel sevin…