Sonunda Abdullah Gül "bu işte yokum" dedi… Ama "bu işlerin içinde yoktum" demedi, diyemedi.
Yani Recep Tayyip Erdoğan’ı her ne pahasına olursa olsun seçtirmeyelim cephesinde yer alıp onlarla haşir neşir olmuş… Zaten görülen köy de kılavuz istemiyor.
Ama Meral Akşener “illa ben” deyince, CHP içinde de bir grup çıkıp Abdullah Gül’ü yerden yere vurunca olayın şekli değişti…
Demek ki Abdullah Gül bazı köprüleri yakmış ve gözlerini karartmış… Yazık oldu, çünkü Erbakan Hocanın köhneleşmiş Fazilet Partisi ve daha sonra Saadet Partisi yapısının üzerine AK Parti’nin inşa edilmesini ve hatta Erbakan Hocanın ideallerinin yeşermesini, büyümesini ve güçlenmesini sağlayan ekibin içinde ve çoğu zaman en üst mevkilerinde yer alan Abdullah Gül’ün Büyük Türkiye ideallerinin gerçekleştirilmesi için verebileceği daha çok katkılar vardı…
Ama o belli ki bunu artık Erdoğan cephesinde yapmak istemiyor.
Abdullah Gül bir yanlış varsa veya o bir şeyi yanlış görüyorsa bunu rahatlıkla “kardeşi” olarak kendisini kabul eden Erdoğan’a açabilir, hatta tartışabilirdi. Erdoğan geçmişte olduğu gibi Abdullah Gül’den ve onun telkinleri ve fikirlerinden çok faydalanabilirdi.
Bu hem bir görevdir hem de samimiyetin icabıdır. Ama öyle yapmadı. Gitti Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu ile Erbakan Hoca’ya hakaret etmiş, Milli Görüşün yok edilmesi için çaba sarf etmiş Uğur Dündar’a “Erbakan’ı Anma Gününde” ödül verilirken alkış tutarak kendisi ile ters düştü… Bunun gibi bir sürü çelişkili durumlar var…
Abdullah Gül, AK Partisi bütünü içinde değerdir. O bütünün dışına çıktığı zaman işin tılsımı kaçar. Yazık etti kendisine.