Son dönemde ekonominin kime büyüdüğü tartışması var. Özellikle muhalefet bu argümanın arkasına geçmiş durumda. Toplum kesimlerinin büyümeden yararlanamadığı temel gündem meselesi. Bu tartışma liberal ekonomi modelinin tamamen yanlış anlaşıldığını göstermektedir.
Ekonomi büyürken kime büyüyor diye sorulması toplumun sadece bir bölümünün ekonomik büyümeden yararlandığına işaret etmektedir. Ekonomi küçülürkense yorumlar, toplumun bir bölümüne dönük kalmaz. Herkes potaya konur. Bu tezatlık aslında burada yapacağım tartışmayı özetlemektedir.
Liberal ekonomi modelinin teorisini temsil eden kapitalizmin merkezinde büyüme yer alır. Modeli benimseyen ekonomilerde toplumlar büyüme etrafında örgütlenir.
Fakat büyüme denilen olgu salt kapitalistle ilgilidir. Kapitalistle ilgili olan bir durum için “emekli büyümedi ama” şeklinde yorum yapmak cari iktisadi sistemin özünden ve ruhundan bihaber olmak demektir.
Kapitalist modelde büyüyen de küçülen de kapitalistin kendisidir. Buna rağmen neden toplumlar büyüme etrafında örgütlenmekten kendini alıkoyamaz?
Alıkoyamaz çünkü kapitalistin büyümesi üzerinden topluma bir miktar kalkınma lütfedilir. Bu lütfun örgütlenmesini sağlayansa devlettir. Devlet okur-yazar sayısının artırılması, insan ömrünün uzatılması, kız çocuklarına eğitim sağlanması, daha iyi sağlık hizmeti sunulması gibi kalkınmaya dönük politikaları planlar. Bunu kapitalistten almayı umduğu vergiyle veya borçlanmasıyla şekillendirir. (Türkiye özelinde bu durum biraz farklılık içerir.) Daha sonra aldığı vergilerle ilgili politikaların finansmanını gerçekleştirir. Müreffeh bir toplum ortaya çıkarılmaya çalışılır. (Aslında ortaya çıkan yaygın bir refah hali değil bir miktar kalkınmadır.)
Ekonomi büyürken devlet, vergi tahsil edebilmişse bunlar mümkün ama mutlak değildir. 2002 öncesi dönemde kalkınmanın bu milletten esirgendiğini çok iyi biliyoruz.
Fakat ekonomi küçülürken kalkınmadan geriye gidiş genelde olmasa da ilerleme durur. Vergi alınması zorlaştığı gibi kaynaklar kapitalistlerin sürdürülebilirliğine aktarılır. Bu yükü vergi mükellefi taşır. Toplumun genel kesimleri açısından kapitalist üzerinde olduğu gibi çok güçlü olumsuz etki oluşmaz. Kimse yarı yarıya fakirleşmez. Mesela emekliler. Gene de siyaseten bu durum veryansın edilir.
Herkes bilmelidir ki kapitalist modelde büyüme de küçülme de toplumun genel kesimleri açısından düşünüldüğü kadar belirleyici değildir.
Bu durum elbette şikâyet konusudur. Fakat şikâyeti olanlar bu model içerisinde sorunun çözülemeyeceğini bilmelidir. Sorunun çözümü ancak İslam iktisadı ile mümkündür. Yani önce paradigma değişmelidir. Bu ve bunun gibi diğer pek çok sorunu üreten ekonomi modeli tümden reddedilmelidir.
Ya da kısaca şöyle söyleyeyim; liberal bir ekonomi modelinde büyüme meydana geldiğinde bundan kimin faydalandığı tartışılıyorsa teori yolunda ve doğru işliyor demektir. Bu modele inanıyorsanız şaşıracak, sorgulayacak bir şey yoktur.
Şaşırıp sorguluyorsanız yolunuzu ve yönünüzü değiştirin.
McKinsey meselesi
Reis, Türk milletinin hayalini kurduğu temsili bir karakterdir. Oğuz Kaan’dan Kürşat’a, Alparslan Gazi’den Ertuğrul Gazi’ye, Fatih Sultan Mehmet’ten Abdülhamit Han’a, Gazi Mustafa Kemal’den Şehit Muhsin Yazıcıoğlu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kimin ne kadar olumlu özelliği varsa kendisinde biriktiren bir temsildir. Bu lider idealinin içini en çok dolduranlardan birisi Cumhurbaşkanımızdır. Silsile içerisinde her biri reis olanların sonuncusudur. İçinde bulunduğu şart ve dönemde Türkiye için en iyisini hedeflemiştir, hedeflemeye devam etmektedir. Ama toplumun ideallerinde olan her şeyi ondan beklemesi haksızlıktır. Alanını daraltmaktadır. Siyasetini sıkıştırmaktadır. Fakat öyle hissediyorum ki bu güçlü talep bir kaderdir, bin hayır vardır.