Bedenin en küçük organlarından olmasına rağmen dil; insanı dış dünyaya açarak kendisine ifade ve iletişim imkânı sağlayan, düşünce ve davranışları sözle ortaya koyan, toplumsal anlaşmayı sağlayan yegâne güçtür.

Her ne kadar yılanı deliğinden çıkarsa da çoğu zaman başa beladır dil. Çünkü insan, konuştuklarının esiri, konuşmadıklarının hâkimidir. Bunun için sözün değeri gümüş, sükûtun değeri altınla tartılmış.

Bedenin en küçük organlarından olmasına rağmen dil; insanı dış dünyaya açarak kendisine ifade ve iletişim imkânı sağlayan, düşünce ve davranışları sözle ortaya koyan, toplumsal anlaşmayı sağlayan yegâne güçtür. Dilimiz; zihnimizin, ruhumuzun ve duygularımızın tercümanıdır. Bizi âlemle buluşturan sözlerimizin kaynağı olan dilimizle; anlaşmazlığı, münakaşayı, şiddeti ve savaşı davet ettiğimiz gibi anlaşmayı, uzlaşmayı, müzakereyi ve barışı da davet edebiliriz.

Bir gerçek var ki günümüz insanının önemli bir sorunu çok konuşmaktır. Evet, “Çok konuşan çok yanılır” sözünü unuttuk ve durmadan konuşuyoruz. Kameralar karşısında konuştukça hata yapan dünya liderleri, bilim adamları, sanatçılar, iş insanları ve uzmanlar gibi sürekli konuşan sıradan bireylerin de giderek çoğaldığına şahit oluyoruz.

Öyle ki ağırlığını yitiren sözlerin sahibi dil, bireyin kendini ifade etme değil, ifade edememe aracına dönüşüyor. Disipline olamamış, amaçsız, malayani konuşmalar, iletişimin değil iletişimsizliğimizin kaynağı olmaya başladı. Sözler; iyi ve güzele götüren gücünü ve değerini yitiriyor da kuru malumatların kalabalığında kayboluyor.

DİL EMEK İSTER

Teknolojinin sağladığı olanaklarla “Ağzı olan konuşuyor” ve herkes her konunun uzmanı adeta. Hazindir ki söz ustaları dururken çeşitli ilişkilerle “ün” kazanarak konuşmaya çalışanların sahneden inmediklerine şahit oluyor dünya. Asıl konuşması gerekenler, sükûtun zenginliği ile kalplerinin keşfi yolculuğunun doruklarında. Başkalarının sözlerini kendi üretimi gibi yazanlar ve durmadan konuşanlar, dillerini süslü sözlerin geçici hazlarıyla bezemenin peşinde.

Oysaki dil, emek ister. Ruhsal dengemizi sağlayan öz değerlerimizi merkeze koyamayan ve kendi kaynağından beslenmeyen dil, malumatın aktarıcılığının ötesine geçemiyor. Dil, yükselen haz eşiğimize hizmet etmekten manayı kaçırıyor. Ve haktan uzaklaşan dil, haddi aşıyor.

Hayatını, dil belasının bir serüveni olarak değerlendiren İmam Gazali (1058-1111), en önemli eseri İhya-ü Ûlumi-din’in büyük bir bölümünü, Dilin Afetleri’ne ayırmıştır. Horasan’ın (İran) Tus şehrinin adını aldığı köyde doğan Gazali; zekâsı ve çalışkanlığıyla dikkatleri çekmiş, birçok âlimden dersler alarak yetişmiş. En çok İmam Cüveyni’den etkilenmiş. Hocası ölene kadar O’nun yanında kalmış, din ilimlerinin yanında felsefe, mantık, uzay bilimlerini de öğrenmiş.

Gazali; bilgilerini öylesine kuvvetli bir anlatımla aktarıyormuş ki dönemin en ileri hocalarıyla girdiği münazaralarda üstün gelmiş, dilinin maharetleri dilden dile yayılmış. Ünlü Vezir Nizam-ül Mülk, O’nu himayesine alarak Bağdat Nizamiyesinde hocalık görevi vermiş. Diliyle belagat sanatının zirvesinde, şöhret ve itibar kazanmışken o dönemde pek rastlanmayan garip bir hastalığa yakalanmış, Gazali’yi zirveye taşıyan dili tutulmuş ve yeme içmeden kesilmiş.

SÜKÛTUN ZAFERİ

İyileştiğinde sürekli konuşmanın ve şöhretin kendisini asıl yolculuğundan ve ilahi aşktan uzaklaştırdığını düşünerek bütün işlerini bırakmış. Bağdat’tan Şam’a giderek “Gazali Minaresi” adıyla bilinen minarede inzivaya çekilmiş. İki yıl susarak dünya ile ilişkisini kesmiş, nefsini terbiye etmeye odaklanmış, ahlak ve edepte derinleşmiş ve eserler yazmış. Mübarek beldelere yolculuklar yaptıktan sonra doğduğu Tus’a dönüp, evinin yanında kurduğu küçük medrese ve hangahta ömrünün sonuna kadar fakihlere ders vermiş.

Doğu dünyası kadar batı dünyasındaki düşünce gelişimine de etkisi olan ve iki yüzün üzerinde eseri olan belagat ustası Gazali, sükûtun faziletlerinden söz ederken Peygamberimizin “Susan kurtulur”, “Sükût eden selamet bulur” ifadelerini özellikle vurguluyor. Zira insanın dili; günümüz bilgi çağı insanının baş belası olan ileti taşımacılığı, dedikodu, gıybet, yağcılık, fesat, kendini övme, gerçeği değiştirme gibi hastalıkların merkezine dönüşmüştür.

Gazali; tamamen faydalı, tamamen zararlı, hem faydalı hem zararlı ve ne faydalı ne zararlı olmak üzere dört türlü söze dikkat çeker. Bu durumda konuşmanın sadece dörtte biri faydalı dörtte üçü faydasızdır. Platon’un da dediği gibi: “Konuşma, insanın aklını kullanma sanatıdır”. Zafer, konuşmanın değil susmanındır, böylece insan kendi nefsiyle başa çıkabilir.

İlgi duyanlara Gazali’nin, yeni yayımlanan, Dilin Afetleri kitabını (Tercüme: Salih Özbey, Çelik Yayınları, 2020) öneririz.