Suçu devlete, hükûmete, belediye başkanına, vâliye, kaymakama, polise kusur atmadan önce, kendimize bakalım.

Suçu devlete, hükûmete, belediye başkanına, vâliye, kaymakama, polise kusur atmadan önce, kendimize bakalım. Hem herkesin hem de kendimizin hatâsız olmadığımızı unutmayalım.

Her şeyi devletten beklediğimiz için sorunlarımızın çözümü çok uzun sürüyor. Çünkü çözüm bulacak makama ulaşma ve dahası en tepedekine ulaşmak zaman alıyor. Ama nedense, sorunu çözme konusunda kişisel bir inisiyatif almıyoruz. Sivil irâde ortaya koymuyoruz. İşimize gelmiyor; üşeniyoruz. Kolay gelen tarafa meylediyoruz. Suçu, devlete ya da resmî bir makama atıp kurtuluyoruz. Ama kahvehâne köşelerinde, bilmiş bir tavırla “Bana verseler” diye başlayıp bâzen devleti, bâzen millî takımı, bâzen dünyâyı ve hatta bâzen İslâm’ı kurtarmakta hiç de çekingenlik yapmıyoruz.

Günlük hayatta anlık manevralarla geçici çâreler arıyoruz. Kalıcı bir çözüm bulma gibi bir derdimiz ve amacımız yok. Bu yüzden çözümler kişisel oluyor ve çoğu kez başkalarını rahatsız ediyor.

Çözümler, toplumsal değil de kişisel olduğu için, iyi şeyler kurumsallaşamıyor; kötü şeylerin tekrârı engellenemiyor. Çoğu zaman yapanın yanına kâr kalıyor.

Adamını Bul

Bir sorunun halledilmesinde ilk akla gelen çözüm yolu, tanıdık biri bulmak, yâni “adamını bulmak”. Kurumsal kanallar tespit ve tesis edilmiş, ama nasıl olsa kullanan yok diye işletilmiyor. Adamını bulamayanlar için kurumsal kurallar yok farz ediliyor. Kurumsal kuralları işletmeyenler, yüzüne bakmadıkları vatandaş adamını bulup karşılarına geldiğinde de nezâketin sınırlarını zorluyorlar.

“Arkadan Akbil Uzatmak”

İstanbul’da toplu taşıma kullananların hiç de yabancı olmadığı, hatta âşina olup kanıksadığı bir uygulama vardır: Otobüse orta ya da arka kapıdan binmek.

Deniz, kara ve raylı sistem dâhil İstanbul’daki toplu taşımayı entegre eden bir akbil sistemimiz var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin diğer belediyelere de örnek olan bu uygulaması, çantamızda birçok kart, jeton vb. şeyleri taşımamızı engelliyor ve zaman kaybını azaltıyor.

Gelin görün ki, akbillerin basıldığı cihaz ön kapıda olmasına rağmen, bizim otobüse orta kapıdan binmek gibi kötü bir alışkanlığımız var. Neden? Çünkü ön kapıdan binip aracın arkasına yürümek gereği duymuyoruz. Üşeniyoruz. Binmek isteyen için nasıl olsa, orta ve arka kapı var, diye düşünüyoruz. En basit kural olan ön kapıdan binmek ve arkaya doğru ilerlemek kuralına uymak, bize zor geliyor.

Bugün orta ve arka kapıdan binmek zorunda kalıp şikâyet eden, yarın ön kapıdan binince bulduğu ilk direğe yapışıp akıllı telefonunun efsunlu dünyâsına dalıveriyor ve kendinden geçip otobüsle ve diğer yolcularla bağını koparıyor. Kendince, o anlık işini halletmiş oluyor. Yarın, Allah Kerim!

Ha Devlet, Ha Otobüs

Şimdi şu soruyu soralım: Toplumsal yapımızı, devletimizin işleyişini öğrenmek isteyen yabancı birinin, belediye otobüslerinde bu manzaraları gördükten sonra, çok da uzun ve derinlemesine bir gözlem yapmasına gerek var mı? Bence yok. Otobüse biniş şeklimiz birçok konuda tümevarım imkânı sağlıyor. Bunu görmek için benim gibi bir sosyal antropolog olmanın şart olduğunu düşünmüyorum. Bu gözlemden yola çıkarak yaptığım tespiti paylaştığım hiç kimse itiraz etmedi. Hatta daha ayrıntılı örnekleri benimle paylaşanlar oldu.

Biz daha otobüse binerken bile, ön kapı yerine orta ya da arka kapıya yöneliyorsak, devletin işleyişi konusunda eleştiri yaparken biraz şapkamızı önümüze koymalıyız. Neticede devlet, bizim oluşturduğumuz ve işlettiğimiz bir sistem.

Devlete, hükûmete, belediyeye yaptığımız eleştiri ve hatta hakaretlerde aslında o sözleri kendimize ve birlikte yaşadığımız insanlara söylediğimizin farkına varmalıyız. İstediğimiz şeylerin olmaması veya bir şeylerin aksaması durumunda bunun sebebi olarak gördüğümüz kişiler, uzaydan gelen canlılar değil. Koyduğumuz kurallara uymadığımızda köyleşmiş şehirlerde sâdece diploma almak için gidilen okullar, eziyet hâline gelen tâtiller, anarşiye dönen eğlenceler, gereksiz sollama ve emniyet şeridi ihlâli sebebiyle hiç yoktan sıkışan trafikle dolu bir hayat yaşamak zorunda kalıyoruz.

Nedense herkes şikâyetçi, ama yoğurdum ekşi diyen yok. Her birimiz sorumluluğumuzu tam olarak yerine getirip getirmediğimizi düşündüğümüzde birçok şey hallolacaktır. Eskilerin dediği gibi, herkes kendi evinin önünü süpürmeli.

Yine belediye otobüsünde şâhit olduğum bir örnekle bitireyim. Bir sabah genç bir öğrenci, tıklım tıklım dolu otobüse binmek için bir hayli uğraşmıştı. Uğraşmalıydı, çünkü okula gitmesi gerekiyordu. Bir sonraki durağa geldiğimizde kapıya yönelen kendi gibi muhtemelen öğrencileri görünce şoföre şöyle dedi: “Kapıyı açmayın, bunlar da bir sonraki otobüse binsinler”.

Sanki kendisi bir durak önce aynı durumda değildi ve dışarıdakiler, sabahın o saatinde mecburiyetten değil de, zevk için durağa gelmişlerdi!