Adam arabasının kaputunun üzerinde durmaya çalışıyor. Araba ise müthiş hızlı bir akıntıya kapılmış gidiyor. Malını mı bırakamıyor, yoksa sele kapılacağım korkusuyla aşağıya mı atlayamıyor? Belli değil. Belki her iki duygu bir arada.
Otomobil tek başına da değil. Bir sürü başka araç, kökünden çıkmış ağaçlar gibi gelişigüzel savruluyor. Sonra görüntüye bata çıka giden bir kafa giriyor. Bu da sele kapılmış bir insan. Ve tüm bunlar Ankara'nın göbeğinde Mamak'ta oluyor.
Niye orada oluyor? Çünkü orası aslında o akan suyun kendi yatağı. On binlerce yıl boyunca o güzergahtan akmış. Sonra birileri gelmiş oraya ev yapmış, bina koymuş, cadde oluşturmuş. Sizi, beni dinler mi? Umurunda bile olmaz. Kendini güçlü zanneden insanoğluna kendini hatırlatıverir. İnsanoğlunun aç gözlülüğüne, umursamazlığına bir tokat atar. Ne metrekare fiyatı umursar, ne de göz yumulan çarpık bina.
Bu görüntülerle aşağı yukarı her 2-3 yılda bir karşılaşır olduk. Farklı şehirlerde ama aşağı yukarı aynı minvalde. Sebebi, çok fazla yağmur yağması falan değil. Yağmur her zaman yağar. Sorun onun aktığı yerlere ev yapılması. Çözümü var mı diye soracak olursanız cevabım: "Maalesef yok" olur.
Yok, çünkü ne insanımızı değiştirebiliriz, ne bu insanı engelleyebilecek şehir yöneticilerini. Evleri de kaldıramayız. Ne bir yerel yönetici bu evleri yıkabilir, ne de insanları ikna edip o bölgeleri boşaltabilir. Başına gelmeden kimse ikna olmaz. Felaketi yaşadıktan sonra da "Neden böyle oldu" diye bağırır.
Sadece sel değil ki. Bir sürü doğa felaketi yaşıyoruz, çarpık şehirleşme yüzünden. Sel, aralarında en iyi görüntü vereni olduğu için daha çok gündeme geliyor. Yoksa, su kirliliğinden, tarım alanlarının azalmasına, zehirli hava solumaktan ormanların yok edilmesine kadar bir çok felaketi daha yavaş ama daha etkili bir şekilde yaşıyoruz. Ne diyeyim? "Allah müstahakımızı veriyor" diyeceğim ama kıyamıyorum.