Bu İstanbul'un ne zaman ne yapacağı pek belli olmuyor. Havası, insanı bir alem.

Evde kalorifer yandığı için sıcak bir ortam var ama, dışarıda da güneşin zaman zaman yüzünü gösterdiği bir gün. Dışarı çıkıp şöyle bir dolaşmak geliyor insanın içinden ama, sıcak gibi görünen bu mart ayının ne yapacağı da belli olmuyor.

Yaşlı, bilge büyüklerimiz hep derler ya; “Martın görünüşüne aldanmayın yanılabilirsiniz. Mart kapıdan baktırır ama öyle soğuk olur ki, kazma kürek ne varsa yaktırır”.

Balkona çıktım, söylenenler aklıma geldi. Dışarıda hava pek de göründüğü gibi değilmiş. Güneş var ama, keskin ve yüzünüzü yakan buz gibi, oldukça sert bir poyraz rüzgarı esiyor. Havanın ne yapacağı belli değil. Bir an üşüdüm, ama dışarı çıkıp dolaşma kararımdan da vazgeçemedim.

Yazıyı yazdığım bugün (dün), ülkemiz için çok önemli günlerden biri. Beş yılda bir yapılan Yerel Yönetimler Seçimi’nin yapıldığı gün. Bu yazı yarın (bugün) yayınlanacak ve sözünü ettiğim Yerel Yönetimler Seçimleri’nin tüm yurttaki sonuçları çoktan belirlenmiş olacak.

Bu hafta seçim psikolojisinin oldukça karmaşık duygu yükünü sırtımızda taşımaktan oldukça gerilmiştik. O nedenle yeni bir haftaya başlamanın gerginliğiyle dolaşmak iyi gelecekti. Ama öncelikle yapmam gereken bir şey vardı ve onun için hazırlandım.

Sıkıca giyindim, zaman zaman yüzünü gösteren, güneşli İstanbul sabahında, öncelikle, vatandaşlık görevimiz olan oyumuzu kullanmak için oy kullanma mekanımız olan Bakırköy Zuhuratbaba Mahallesi’ndeki okulun yolunu tuttum.

Yollar oldukça kalabalıktı. Saat öğlenden sonraya doğru yolalmış olmasına rağmen seçmenlerimiz vatandaşlık görevi için akın akın yollardaydılar.

Sıraya girdim ve oyumu kullandım. Üzerimden çok önemli bir yük kalktı. 18.00’e kadar seçim yasakları nedeniyle bazı yerler kapalıydı. Ama bazı kafeler açıktı ve oldukça da kalabalıktı. Sokaklar, parklar, soğuğa rağmen oynayan, koşuşturan çocuklarla doluydu.

Zaman zaman dinlenmek ve dinlenirken de kahve içtiğim tren yolu üzerinde bir kafede oturup, kafama göre seçim değerlendirmesi yaptım. Seçime gelirken neler konuşuluyordu, seçim sonuçlarına neler yansıyacak, onun muhasebesini yapmaya çalıştım. Beni rahatlatan bir sonuca ulaşamadım ama, seçim bu dedim, beklenen değil sandıklardan çıkan sonuçlarıyla yetineceğimiz gerçeğiyle de kendime geldim.

Bakırköy sokaklarında; soruları, sorunları bir kenara bırakarak bir kaç saat dolaştım. Bugünün yaşananlarının, yazının yayınlanacağı yarına yansımaları konusunda hiç kafa yormadım. Olan olmuştu, demokrasimiz gereği bir görevimizi daha yerine getirmiştik. Biz yeniden normal yaşamımıza dönelim.

Hava soğuk mu soğuk. Sert, ısıran bir rüzgar esiyor. Oy verme işlemi devam ediyor. Sıkı sıkıya giyinmiş kadın erkek, genç yaşlı oy verecekleri mekanın yolunda veya görevlerini yerine getirmiş olmanın mutluluğunda evlerinin yolundalar.

Ben de bugün yayınlanan bu yazımı yazmak için seçim sath-ı mahalinden eve dönmenin yolundayım.

Hayırlısı olsun…

BİR TUTAM TEBESSÜM

KALABALIK!

Temel postaneye gitmiş, gişedeki memura;

- “Havale yapacaktım” demiş

Telefonla konuşan memur, Temel’in yüzüne bile bakmadan,

- “Sıraya bak sıraya” demiş ve telefonla konuşmaya devam etmiş.

Temel, arkasına, önüne bakmış, arkada kendisinden başka insan olmadığını görünce sinirlenmiş, tekrar telefonla konuşan memura dönmüş;

- “Havale yapacaktım” demiş tekrar.

Memur yüksek sesle;

- “Kardeşim, görmüyor musun? Sıra var” demiş.

Temel, arkasına, önüne bir kez daha bakmış, kimseyi göremeyince çok sinirlenmiş ve telefonla konuşmaya devam eden memura okkalı bir tokat patlatmış. Tokatı yiyen memur ayağa fırlamış ve;

- “Manyak mısın be adam, ne vuruyorsun?” diye bağırmış.

Temel;

- “Asıl sen manyak mısın? Bu kalabalıkta benim vurduğumu nereden çıkardın!”