Son yüz yılın iktisadi olarak en belirgin özelliği faizin üretilen gelirden aldığı payı sürekli artırmasıdır. Bu yazıyı okuyanların büyük bölümü bankada 400 bin TL'si olanların aldığı faiz kadar gelir elde edememektedir.
İster A gurubu kamu görevlisi olsun ister profesör olsun ister kaymakam, hakim, savcı, öğretmen, yıllarını vermiş bir ustabaşı olsun. Burada bir haksızlık olduğu açıktır.
İki ucunda insanları savuran yıkıcı bir kamikaze gibi işlemektedir. Yüksek faiz fon arz edenleri sistemin çarkına sokmaktadır. Düşük faiz fon talep edenleri paçasından yakalamaktadır. Her halükarda çevresini genişletmektedir. Faize karşı bir duruş, faizsiz ve ilkeli bir düzen üretmek şarttır. Kaynakları üretime sevk edecek bir mekanizma kurulmalıdır. Girişimcinin sermayeden ayrı ele alındığındı iktisadi sistem artık sorgulanmalıdır.
Sermayenin gelirinin faiz olarak tanımlandığı literatür revize edilmelidir. Sermayenin faiz aldığı, Türk iktisadi geleneğinde, Türkçe dilinde, vergi mevzuatında, muhasebe yapısında vaki değildir. Sermaye, kar alır. Faize, vergi vb düzenlemeler içerisinde konu edilebilecek kavramlar borç veya ödünç olabilir. Kapital kavramının sermaye olarak çevrildiği ve karşılığında faiz getirisi sunulduğu iktisat kitaplarının bunu kasten yapmadığı düşünülemez. Sermaye, iktisat tahsil etmek isteyenler için bilerek ve isteyerek toksikleştirilmektedir.
Bildiğimiz borcun veya ödüncün dahi “sıfır faiz” sloganıyla sunulduğu bir çılgınlık içerisindeyiz. Faizsiz bir borcu sıfır faiz ile vermek gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir ironi değil midir? Bu ironi üzerine coşkun metaforlar geliştirilebilir. Bu ne yaman çelişkidir.
Toplum değerlerini kaybetmek üzeredir. Böylece bir yüzyıl kaybedilmiştir. Gelecek yüzyıl da kaybedilmeye adaydır. Artık parasal ilişkiler anlamında makul ve mantıklı olmanın zamanıdır. Karşılıklı hakkı gözeten bir düzen kurulabilir. Böylece tüm insanlığa bir çıkış yolu sunabilir.
Gönül rahatlığından daha büyük saltanat yoktur.