Son zamanlarda yüz yüze eğitimin başlaması gerektiğini savunanları görünce şaşırıyorum.
Son zamanlarda yüz yüze eğitimin başlaması gerektiğini savunanları görünce şaşırıyorum. Sanki vaka sayısı düşmüş, her şey normale dönmüş okulları ve üniversiteleri açmaya kalkışıyoruz. Daha restoranlar açılmamış, yemek satışı yapan mekanlar açılmamış, hepsi iflasın eşiğine gelmiş. Bunlar bitti de okullara mı geldi sıra?
Ağzı olmayan bile uzman oldu
Bir ara iki, üç hafta önce günlük vaka sayısı beş binlere kadar düşmüştü. Düşüş trendi aşağıya doğru idi. Sonra birden tekrar tırmanışa geçti ve sekiz binlere kadar dayandı. Dışarıda deli bir kış var. Soğuk, kar, fırtına. Bu çocuklara bu soğukta neden bu işkenceyi yapıyorsunuz? Bazı gazeteler “uzmanların okulların açılması gerektiğini, çocukların evde sıkıldığını” iddia ediyor. Bu uzmanlar kimdir, nedir muamma. Pandemi ile beraber herkes uzman kesildi başımıza. Memlekette zaten ağzı olan konuşuyordu, şimdi ağzı olmayanda konuşuyor.
Hepimiz asosyalleştik
Neymiş efendim çocuklar asosyalleşmiş. Tek çocuklar mı? Hepimiz asosyalleştik. Tüm cinsiyet ve tüm yaşlardaki insanlar asosyalleşti. Bilim kurulu bangır bangır uyarıyor. Sağlık Bakanlığı uyarıyor. Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hasan Murat Gündüz geçen gün “Koronavirüs vakalarındaki azalma ve aşı çalışmaları rehavet yaratmamalı” dedi ve “iki hafta gibi kısa bir sürede durum tersine dönebilir” sözleriyle uyardı.
Türk Tabipler Birliği genel sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, “Sahadan gelen veriler yoğun bakımda yaş grubunun düştüğünü gösteriyor. 40-50 yaşlarında ölümlerin olduğunu görüyoruz” diyerek işin ciddiyetine vurgu yaptı.
Bu işkenceye gerek var mı?
Bu kadar ciddi sıkıntı varken Milli Eğitim Bakanlığı kademeli, bilmem ne günlü, yok işte iki günlük, yok efendim devam zorunluluğu olmayan okul açma planlarına girdi. Okullar açıldı, pat kat geldi tekrar kapandı. İyi de bu acele nedir?
YÖK, Milli Eğitim Bakanlığına göre kısmen daha tedbirli davrandı ve teorik dersleri online, uygulama dersleri ise yüz yüze yapın dedi. Bu da bana anlamsız geldi. Uygulama dersleri en riskli derslerdir. Hangi alan olursa olsun, insanlar topluluk halinde olur. Bu derslerde aynı çatı altında bulunmanın riski çok büyük. Ayrıca üniversitelerde eğitim gören ve memleketlerine dönen binlerce öğrenci var. Yurtları, kiraladıkları evleri bırakıp evlerine döndüler. Bu öğrencileri uygulamalı dersler için mi üniversitelerine göndereceksiniz? Vallahi kimse kusura bakmasın ama hiçbir öğrenci gitmez. Haklı da, ben de olsam gitmem. Bu işin maddi yükü var, göç psikolojinin yaratacağı manevi yorgunluk, bulaş riskinin artması gibi bir sürü faktör var.
Bu kadar mı zor, “bu yıl bahar döneminde de tüm dersler uzaktan eğitim ile yapılacak” demek ve bu virüsün yok olması için mücadele devam ederek en azından 2021-2022 eğitim döneminde güz ile beraber adam gibi hayata dönmek? Bu plansız işkenceye ne gerek var?
Eğitimciler aşı oldu mu?
Bu eğitimler başlamadan önce öğretmenlerin ve üniversitelerde ders veren akademisyenlerin de aşı olması gerekmez mi? Bu eğitimcilerin suçu nedir? Bu çocukların suçu nedir? Neden riske atılıyorlar?
Plansız eğitime başlama planı hata
Normalleşmenin “N”si bile konulmazken, sinemalar, eğlence yerleri, yemek satan, çay satan yerler kapalıyken okulları açmak ne anlama geliyor? Hadi okulları açtınız, bu çocuklar nerede yemek yiyecek? Tüm dükkanlar kapalı, piyasalar bitik. Vallahi şakası yok aç bile kalıyorsunuz. Geçenlerde Cevahir AVM’ye gittim. Bir sandviç filan alıp yiyeyim istedim. Dükkanların yarısından fazlası kapalı. Nerdeyse aç kalacaktım. Neyse ki bir dönerci buldum. Bir küçük sandviç aldım. Elimde yemeye başladım, güvenlik geldi bana “yemek yemek yasak” dedi. Neymiş efendim AVM’nin içinde ayakta bile yemek yasakmış. Çıktım AVM’nin kapısında yedim sandviçimi. Şimdi bu okulları açarsanız, bu üniversiteleri açarsanız, bulaş riski bir yana, bu çocuklar nerede yiyecekler? Bu çocuklar hangi kırtasiyeye gidecekler? Metrolarda, metrobüslerde kuyrukları büyütmeyecek mi? Vs vs vs … Bu maç uzar gider. Çünkü çok ciddi sıkıntılar var.
Herkes düşünmeden konuşuyor. Riskleri ve faktörleri planlamadan planlar yapıyor. Detayları planlamadan mahallelere oynamak artık huy oldu. Kusura bakmayın. Bu okullar da, üniversiteler de bahar dönemi bitinceye kadar açılmamalı. Her şey normale dönünce, AVM’ler, mekanlar ve akla gelen diğer tüm kapalı yerler açılınca, vaka sayısı bin kişinin altına düşünce ancak bunu düşünebiliriz. Çocukları, gençleri rahat bırakın. Kafalarını dağıtmayın, morallerini bozmayın. Okulların açılmasını isteyenler sadece bu işten rant yemek isteyenlerdir. Onlar da kusura bakmasın. Yıllarca yediler, bu yıl yemesinler.
Özetle bu okullar, üniversiteler bu bahar eğitim döneminde açılamaz, açılmamalıdır.
Mobbing her geçen gün artıyor
Üniversitelerin sektörel araştırmaları çok ilgimi çekiyor. Yaşadığımız ülkenin ve toplumun ve değişik sektörlerin fotoğrafını görme şansımız oluyor. Bu araştırmalardan birini geçtiğimiz günlerde İstanbul Ayvansaray Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Yeşim Avunduk yaptı. Avunduk, mobbingin iş performansına etkisini ölçmek için İstanbul’da 10 özel şirkette bine yakın çalışanla mobbing (psikolojik taciz) araştırması yaptı.
Erkeklerde de oran yüksek
Araştırmanın detaylarını aktaran Dr. Öğr. Üyesi Yeşim Avunduk, “Mobbing bir grup insanın bir kişi ya da diğer bir grup üzerinde caydırma, rahatsızlık verme, psikolojik baskı kurma ve taciz uygulamasıdır. Her 4 kadından 1’i çalışmaya başladığı 1 ile 3 yıl içinde mobbinge maruz kalıyor. Yani özel sektörde çalışan kadınların yüzde 25’i çalışmaya başladıkları ilk 3 yıl içinde mobbinge uğruyor” dedi. Erkekler ise genellikle iş arkadaşları tarafından mobbinge uğruyor. Her 4 erkekten 3’ü mobbing görmüş. Kadın ve erkekte bilinçlenme arttıkça mobbinge uğradığını fark etme oranı artıyor, dünya genelinde de aynı şey söz konusuymuş.
İntihara bile neden olabilir
Mobbingin, mağdur üzerinde psikolojik ve duygusal hasar yaratabilmekte olduğunu ve ileri düzeyde intihara kadar götürebildiğini söyleyen Avunduk, “Araştırmaya katılanlar arasında uygulanan mobbing türleri ağırlıklı olarak baskı kurmak, çalışma arkadaşları tarafından alay edilmek ve psikolojik baskıya maruz kalmak olarak görüldü. En çok mobbingi yöneticiler cinsiyet ayırımı ve etnik kökene dayalı olarak yapıyor. Dünyada şiddetli psikolojik ve fiziksel taciz şeklinde mobbinge uğrayan kişilerin yüzde 13 ile 15’i intihara teşebbüs ediyor. Kişilerin genellikle işini bırakamayacağı iş yerlerinde mobbing daha fazla görülüyor ve işten ayrılmak şartlar sebebiyle zor bir tercih oluyor. Bu sebeple gördüğü psikolojik baskıyı uzun süre göğüsleyip çalışmaya devam edenler de var” dedi.
İş kanunu yetersiz
Maalesef moobing çok sıkıntılı bir konu. Eskiden kavgalar topla, tüfekle olurdu. Hatta daha da eskiden kılıçla olurdu. İnsanlar teknoloji geliştikçe yeni savaşma yöntemleri buluyorlar. Mobbing ise en güncel olanı. Bu konuda hukuki anlamda da bir şey kanıtlamak zor. En uzun süren davalar mobbing davaları. Böyle bir dava açarsanız ölme eşeğim ölme, bekle de bekle. İnsanların iş yerinden ayrılmasını isteyenlerin en çok uyguladığı taktik ve maalesef genelde başarılı olunan bir taktik. İş kanunu bu konuda yetersiz. Bu konuda dilerim iş kanunu ek maddeler ekler. Bu işin ucu yok, her geçen gün artış gösteriyor ve insanlar haksız yere psikolojilerini bozduğu gibi işlerini de kaybediyor.
Kimsenin bilmediği şiirler bu kitapta
Türkiye’nin efsane şarkı sözlerini yazan şair, söz yazarı Aysel Gürel’in ikinci şiir kitabı ölüm yıldönümünde yayınlandı. Aysel Gürel’in daha önce kimseye açılmamış arşivine girip, kimsenin elinin değmediği onlarca şiir arasından seçilerek oluşan kitabın adı "Sevda".
“Sevda” Aysel Gürel'in vefat ettiği gün olan 17 Şubat tarihinde yayınlandı. Kitaba adını veren "Sevda" aynı zamanda Gürel’in seksenlerin başında yazdığı ve Atilla Özdemiroğlu tarafından bestelenen ve Nükhet Duru tarafından yorumlanan şarkının da adını taşıyor.
Mehtap Ar ve Müjde Ar’ın herkesten sakındığı, kimseye göstermek istemediği Aysel Gürel arşivine giren Tekin Yayınevi günlerce, gecelerce emek vererek bu kitabı tamamlamış. Şiir seçiminde ve sıralamasında; anlaşılmayan yerlerin netleştirilmesinde ve kitap haline getirme sürecinin her aşamasında Aysel Gürel’in ailesi de destek olmuş. Ne güzel bir çalışma olmuş. Eskiden şiir yazmak, şiir okumak büyük bir sanatsal faaliyetti. Şu aralar şiirin de değeri kalmadı. Şiir yerini sosyal medyada paylaşılan geyik muhabbetlerine bıraktı. Bu tarz kitapların değerini bilmemiz lazım.
Eski şarkıya yeni yorum
Candan Erçetin'in yıllar önce “Çapkın” adlı albümünde seslendirdiği “Teselli” adlı şarkısının yeni versiyonunu dijital müzik platformları aracılığı ile müzikseverle yeniden paylaştı.
Candan Erçetin 'terk ettiği ya da terk edildiği için yalnız kalan herkese' notuyla “Teselli”nin yeni versiyonunu kendi sosyal medya hesabında paylaştığı video ile duyurdu. “Teselli”nin sözleri Sinan, müziği Candan Erçetin, düzenlemesi Halil İbrahim Işık'a ait.
Bir dönemlerin entelektüel ve romantik şarkılarının yorumcusu Candan Erçetin neden kendini müzikten çekti anlamıyorum. Doksanların sonundan iki bin onlu yıllara kadar müthiş işlere imza atmıştı. Sonra üretimlerini azalttı. Candan Erçetin gibi yorumcular çekilince de piyasa çoluk çocuğa ve magazin güllerine kaldı.