Geçen hafta yazdıklarımda biraz da ironi formatındaydı ama, film şeridinde var olan sahnelerin birçoğu sadece ironik bir anlatım değil, mart ayından beri yaşadıklarımızdan yansıyan, gerçeklerle örtüşen görüntülerdi.

Geçen hafta bu sayfada, “Buna Yaşamak Denirse” başlıklı yazımı yazdığım günün bir önceki gecesinde yaşadıklarımı yazmıştım. O gün yazdıklarım, uykusuz bir gecede aklıma takılan ve iki saat süreyle üzerime çöken bir korku film sahneleri gibiydi. Nedeni; aylardır yaşadığımız ve yaşam düzenimizi dayanılmaz hale getiren, aylardır süren pandemi dönemi, korkuyla örülü bir yaşam biçimiydi.

Geçen hafta yazdıklarımda biraz da ironi formatındaydı ama, film şeridinde var olan sahnelerin birçoğu sadece ironik bir anlatım değil, mart ayından beri yaşadıklarımızdan yansıyan, gerçeklerle örtüşen görüntülerdi.

Geçen haftaki yazımda bir gecenin iki saatlik bir bölümünü ayniyle vaki anlatmaya çalışmıştım.

O yazının giriş bölümünü bir kez daha kısaca hatırlatayım;

“Son zamanlarda, akşamları artık uyku tutmaz oldu. Gece saat 24 civarlarında yatıyorum, yattıktan sonra yaklaşık bir-iki saat içinde zar zor uykuya dalabiliyorum. Uykuya dalmadan önceki o bir-iki saat içinde yaşadıklarım bir film şeridi olarak gözlerimin önünden geçiyor. Hayretle izliyorum ama uzun süredir bu film şeridindeki sahnelerde birkaç görüntünün dışında değişen hiçbir şey yoktu. Haftalardır aynı filmi izliyorum, endişeliyim ama, izlemekten de vazgeçemiyorum.

Artık o filmi ezberledim gibi.”

Bir an aklıma geldi, bu yaşadıklarımdan bir demeti yansıtan bu film şeritleri, artık alışkanlık haline gelen, bizimle özdeşleşen bir yaşam biçiminin tekrarına dönüşmeye başlamış bile.

“Bu durum ne kadar sürecek hiç belli değil.

Bu yaşadığımıza yaşamak denirse!”

Bir kabus denizinde debeleniyor, çırpınıyor gibiyiz.

Mart ayının ortalarından beri, zaman zaman sert tırmanma eğilimleriyle kendini iyice hissettiren korona, ara sıra vaka sayılarında sitabil seviyelerde yoluna devam ediyor ama, asla kendini unutturmuyor veya unutmamıza izin vermiyor. Yaz aylarında biraz daha stabil seviyelerde seyretmesine rağmen, ağustos sonu itibarıyla, gerek vaka, gerekse vefat sayılarında endişenin ötesinde korku salmaya devam ediyor.

Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarından en öne çıkanlar; bazı bölge ve büyük şehirlerde vaka sayılarının neredeyse yüzde elli oranında arttığı, gelen, dikkate değer önemli bilgilerdendi.

Son açıklamalar ise; beş ildeki vaka sayılarında artış oranının yüzde elli civarındaki bir seviyelere çıktığını gösteriyordu..

Tüm bunların yanı sıra, Anadolu’nun bazı bölge ve illerinde yayılma hızının yavaşladığı veya azalmaya başladığı bilgileri biraz olsa endişelerimizi azaltsa da, merkez iller ve bölgelerde kayıtlara geçen bu yüzde elli vaka artış oranları, alınması ve uygulanması gereken önlemlerin asla gevşetilmemesi gerçeğinin varlığını iyice ortaya çıkardığını da asla göz ardı etmemeliyiz.

Tüm bunlar; maske takmak, sosyal mesafeyi korumak, hijyene eskisinden çok daha fazla özen göstermek ve mümkünse, kalabalık ortamlarda fazla kalmamak gibi görevleri özenle uygulamamız gereğini hatırlatıyor, unutturmuyor.

BİR TUTAM TEBESSÜM

FADİME’NİN CEVABI

Her zaman her isteğimiz yerine gelmez. İpin ucu kaçarsa ters de tepebilir.

Sahafları gezen Temel, “Evlilikte kazak erkek olmak” kitabını görünce hemen alır, eve götürüp bir hamlede okur. Sonra da mutfakta yemek pişiren karısı Fadime’nin yanına gidip aynen şunu söyler;:

- “Bana bak kadın!. Bundan böyle eve geldiğimde bakımlı ve süslü olarak kapıyı sen açacaksın. Ardından sevdiğim en güzel yemekleri yapıp, bana servis edeceksin. Bunu takiben kahvemi koltuğuma getirip içip bitirmemi bekleyeceksin. Ondan sonra ben banyo yaparım. Banyoda beni yıkayacaksın ve arkasından kurulayacaksın. Yatağa yatmama yardım edip, vücudumu ve saçlarımı okşayacaksın. Anlarsın işte. Şimdi söyle bakalım ertesi sabah beni kim yıkayacak, giydirecek ve saçlarımı kurulayacak, tarayacak?

Temel’in söylediklerini umursamaz tavrıyla sakince dinleyen Fadime’den gelen cevap kısa ve tek kelimedir;

- “İmam Hüseyin Efendi!”