Birbirine sonsuz güvenen, iki dost kadın, güzel arkadaşım ile konuşuyoruz.
Birbirine sonsuz güvenen, iki dost kadın, güzel arkadaşım ile konuşuyoruz.
Birbirimizi çok seviyoruz, çok güzel o.
Canımın taaaa içi o.
Ortak bir arkadaşımız var.
Çok seviyoruz onu.
Benden daha eski tanışıyor onlar.
Diyorum ki, şöyle şöyle bir konu oldu, cevabı çok komikti, eşyanın tabiatına aykırı idi.
Ve anladım ki, bana ve hiç kimseye güvenmiyor.
Arkadaşım yok sakın alınma, o hiç kimseye güvenmez diyor.
Bana da güvenmez diyor.
O hiç kimseye güvenmez diyor.
Peki kime güveniyor diyorum, 1 kişi var, bir tek ona güvenir diyor.
Ne fena diyorum, 1 kişi.
Mesela ben onu çok seviyorum, biliyorum ki, o da beni seviyor.
Ve aramızda uzun yıllardır süren ilişki var, bana neden güvenmez ki diyorum.
Aslında "onun güven duygusu adına " çok üzülüyorum.
Yani, ben, "bana güvenmiyor "diye hiç kimse için kendi adıma üzülmem ki, diyorum.
O konuda kendimi çok kolay sıfırlıyorum.
Ama hiç kimseye güvenmeme duygusu içinde yaşamak, ne kadar zor olmalı.
Hiç kimseye güvenmemek olur mu yahu.
Bu duygu yorucu.
Bu duygu sevimsiz.
İnsana offffff dedirtir.
Aslında o duygunun adı GÜVENMEK Mİ, GÜVENEMEMEK Mİ?
Zaman değişti.
İnsanlar pek çakal, pek kötü oldu ben de farkındayım.
İnsanlara sırtını dönmek kolay değil biliyorum.
Ama hayat bir kere tek kere, o güvenmemek duygusu çok ağır, doğrusu ben herkes için taşıyamam.
Ya "sevmek", yani çok sahici bu duyguyu ne yapacağız.
İnsan sevdiği insanlara da mı güvenemez.
Her şey hızla kirleniyor, birinciliği sevgisizlik almış ben de farkındayım.
Çamur atmanın hak sayıldığı, hukukun şapır şapır döküldüğü bir dünyadayız farkındayım.
Bazı, öz babalar, öz kızlarına cinsel tacizde bulunuyor biliyorum.
Ama babalar çok kıymetli, sırtında yük taşıyarak çocuklarına ekmek götüren babalar var biliyorum.
Yeni doğan bebeğini, çöpe atan anneler var.
Ama, analık pek kıymetli, 6 km yolu engelli çocuğunu sırtında taşıyarak, kar kış fırtına okula götüren anneler var biliyorum.
Bir avuç mercimek ile, 3 öğün yemek yapan analar var biliyorum.
Anasını babasını satırla bin parçaya bölmüş kesmiş, gelmiş soğukkanlılıkla televizyon programında anlatan evlatlar var.
Ama ana babası için, kurban olan evlatlar var biliyorum.
Ya para.
Hiç bu kadar çakal insan yaratmamıştı.
"Paranın ucunu göster" yeter sözcüğünü hiç bu kadar duymamıştım.
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" sözcüğünü hiç bu kadar duymamıştım.
Hayat bütün bu anlattıklarıma rağmen yaşamak çok değerli.
Ne yapalım yani.
Allah bir ömür vermiş.
O öyle, bu böyle diyerek.
Güven duygumu, güvenememek duygumu kaybetmek istemiyorum.
Sıkı sıkı sarılacağım ona.
Güvendiğim insanlar var benim, onlar çok kıymetli, çok seviyorum onları.
Dünyanın kirinden yeni bir renk yaratacağım ve maviye boyayacağım.
Düşlerimi, hayallerimi, sevdiğim ve güvendiğin insanları o mavi dünyaya koyacağım.
Çatır çatır maviye boyayacağım.
Ne yapalım, benim sevdiğim ve güvendiğim insanların da kalbi var.
Dünya böyle ise.
İnsanlar böyle ise.
Ben!
Hepinize inat "YÜREĞİM İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK" dolaşacağım.
inadına inadına.
Funda'nın aklındakiler…
... Koskoca Hürriyet Gazetesi'nin koskoca Kelebek eki.
Selin Ciğerci'yi kocaman haber yapmış.
Başlık "servet taşıyor".
İşte yüzüğü 6 milyon TL, saati 3 milyon TL, ayağındaki terlikleri 7 bin lira.
Haber mi şimdi bu?
Ne demek istiyorsunuz.
Boşuna üniversite falan okumayın, çift master falan da yapmayın, bunlar nafile.
Para önemli.
Zengin olmak çok önemli.
Bakın nasıl zengin olanlar var.
Sosyal medyada reklâmlar falan.
Yapmayın böyle, sosyal medya çöplüğe dönmüş iken, çocuklar bu hayatları örnek alıyor.
Eğitim alan, meslek sahibi olan, ama işsiz dolaşan çocuklara ayıp olmuyor mu?
Bu çocukların işsizlikten moralleri sıfır, bu çocuklara günah olmuyor mu?.
Ceplerinde paraları yok bu çocukların
Gazetelerin hiç sorumluluğu yok mudur?
Vardır bence.
Olmalı bence.
Ve servet taşıyor diye başlık atamazsın.
Atmamalısın.
... James Bond filmlerinin son 5' inde oynayan, James Bond'a hayat veren oyuncu Daniel Craig.
Daniel Craig, çok formdaymış.
Röportaj vermiş.
Formunu korumak için her gün farklı değişik diyet uyguluyormuş.
30 dakika egzersiz yapıyormuş.
Onun dışında,
Pazartesi sebze, salı pesketaryrn, çarşamba beyaz et, perşembe vejetaryen, cuma günü kırmızı et yiyormuş.
Bu mu yani.
Yahu bu adamlar dünyanın en pahalı kliniklerine gidiyorlar.
1 ay kalıyorlar, özel beslenme alıyorlar, her gün bağırsaklarını yıkıyorlar.
Maydanoz suları içiyorlar, kırmızı patates yiyorlar, programlı yüzüyorlar.
Detox programları ile ömürlerini geçiriyorlar.
Estetik ameliyatları faslına hiç girmeyelim.
Öyle formda kalabilmek için çok acayip, inanılmaz paralar ödüyorlar.
İnsanları boşuna oyalamayın.