Yeni bir yılı kutlamamaya başka anlamlar yüklerseniz, kutlayanlara ve kutlamayanlara da anlam yüklemeniz gerekir.
“Kalmıştı”, diyorum ama aslında bu tartışma eskiden de vardı. Vardı da, bu kadar yüksek sesli ortalığa gelmiyordu. İnsanımızın büyük çoğunluğu yeni bir yılın gelişini kutlamak istiyor. Onlar için yeni umutları temsil ediyor. Geneli evlerinde sakince aile olarak sofra başında toplanır. Bir kısmı sokaklara meydanlara çıkar falan. Herkes kendi meşrebince eğlenir. Bunun nesi kötü?
Yeni bir yılı kutlamamaya başka anlamlar yüklerseniz, kutlayanlara ve kutlamayanlara da anlam yüklemeniz gerekir.
Düşünüyorum “Kimi çevreler yeni yılı kutlamaya neden karşılar diye”, aklıma ‘olsa olsa methodu’ ile bazı şeyler geliyor.
Mesela Miladi takvime karşı olabilirler. Yani Hz. İsa’nın doğumu kerteriz alınan. Ama Hz. İsa da bizim için kutsaldır.
Üstelik 31 Aralık Hz. İsa’nın doğum günü değildir. Onun doğum günü 24 Aralık olarak kutlanır. Yani yılbaşından bir hafta önce. Hristiyanlar kiliselerde inançlarının gereğini yerine getirir. Bu nedenle Hz. İsa ile bir ilgisi olmamalı.
Öte yandan, belki insanların içki içerek eğlenmesine karşılar diyorum. Bu olabilir. Ama içki içmeden kutlayanlar ne olacak? Ayrıca içki içmeye karşı olmakla, yeni yılı kutlamaya karşı olmak arasında bir hayli fark var.
Değişik kültürlerin eğlencelerinin dolaylı olarak toplumumuzu çürüttüğüne inanıyor olabilirler mi? Olabilirler. Ama buna kadar o kadar çok şey sayabilirim ki, eğer böyle dolaylı etkileri hesaplarsak ortada birşey kalmaz.
Geriye aklıma, bir yandan milli birlik gerektiren bir savaş sürdürürken bunu nasıl baltalarız diye düşünenlerin bir icadı olduğu gelir ki, işte bu ciddi bir durumdur.
Çünkü, öyle ya da böyle Türkiye’nin en büyük gücü bir arada yaşama arzusudur. Yüzlerce yıldır bu böyle. Bizi Suriye’den, Irak’dan ayıran en önemli unsur budur. Türkiye’yi kutuplaştırmak sadece Türkiye düşmanlarının işine gelir.
O yüzden yaşam içimine, hayatı anlama, algılama ve yorumlama farklılıklarına dayanan ayrışmacılığın önüne geçmemiz gerekiyor. Bizi en fazla yaralayan bu olur. Kime hizmet edeceği de açıkça ortadadır.
Amerika’ya düşen
Türkiye açık açık, Amerika’nın önderliğindeki müttefiklerin Türkiye’nin El Bab’da DEAŞ’a karşı düzenlediği harekata destek vermediğini söylüyor. Daha açık söyleme biçimi yok. Gayet net.
Buna karşılık Amerika dolaylı cevaplar veriyor. Aslında öyle olmadığını belirterek. Amerika’ya düşen Türkiye’nin açıklamalarına mizahi sıralama yapmak yerine daha net konuşmak. Mesela, madem bize destek veriyorlar, “Şu kadar uçağımız bombalamalara katıldı. Şu kadar sorti yapıldı. Şu kadar hedef vuruldu. İnsansız araçlarımız şu kadar saat çalıştı. Bu kadar bilgi paylaşıldı” gibi şeyler söyleyebilirler.
Rakamlarla desteklenen bir açıklamaların dışında hiç birşey inandırıcı gelmez. Çünkü bir tarafta şehitler var, diğer tarafta bir sözcü konuşuyor. Tartının kefeleri bizim taraftan bakınca hiç de eşit durmuyor.
Bir hafta kimse evlenemeyecek. Şimdi yandık.
Üç büyük evlilik programı kendi arasında anlaşmış. Ocak ayının ilk haftası ekranda olmayacaklarmış. “Normalde birbirlerine giren, reyting için saç saça kavga eden bu üç kişi nasıl oldu da anlaştı?” derseniz cevabı çok basit: Para yüzünden.
Çünkü ocak ayı genellikle reklam verenlerin bütçelerini belirledikleri aydır. İşler her sene yetişmediği için ocak ayında televizyonlara ve gazetelere verilen reklamlar düşer. İşte o yüzden aslında bir senaryoya bağlı olarak oynanan birer tiyatro olan evlilik programları kanallara pahalı gelir. Çaresi yayın durdurmaktır. Ama biri durur, diğerleri veya biri devam ederse kavga daha da büyür diye düşünülmüş olmalı ki böyle bir yola başvurulmuş. Aslında anlaşan programlar değil kanal yöneticileri. Muhtemelen birbirlerini aradılar ve “Gelin birlikte durduralım bu programları” diye konuştular. Kâr edecekleri, en azından zarar etmeyecekleri için böyle bir karar aldılar anlaşılan. Bakalım bir hafta boyunca ekranda evlilik programı olmayınca güzel ülkemin incileri dökülecek mi?