İnsansız ekonomi olmaz, olamaz. Ekonomiden insan öğesini çıkartırsanız geriye kalan kuru rakamlar olur.
İnsansız ekonomi olmaz, olamaz. Ekonomiden insan öğesini çıkartırsanız geriye kalan kuru rakamlar olur. Ki maalesef bugün Türkiye’de yaşadığımız bu. Türkiye süratle, ama süratle finansal kapitalizmin elinden kurtarılmalı.
Gelin adım adım gidelim. Aslında hepimizin cebinden çıkan o küçük paralar, kuruşlar var ya. İşte onlar bir yerlerde toplanıp aklınızın alamayacağı büyüklüklere ulaşıyor. Her faturanızda ödediğiniz virgülden sonra gelen o iki haneli sayılar, küçücük bir işlem için alınan ‘işlem ücretleri’, faizleri belirleyen küsuratlar, dolardaki virgülden sonra gelen üçüncü ve dördüncü rakamlar. Aslında onların hepsinin bir anlamı var.
Bizim bilmediğimiz, göremediğimiz. O rakamlar belirliyor hayatımızı, ülkemizin, çocuklarımızın geleceğini. Bir-iki kuruş artışlar yaralıyor bizi.
Türkiye’de 1980 sonrası maalesef adım adım finansal kapitalizme geçildi. Beyaz yakalı profesyonellerin elindeki hesap makinelerinin kurbanı haline geldik.
Gün oldu, istedikleri gibi kredi kartı dağıttılar, istememiş olsak bile eve yolladılar. Sonra “Borçlusunuz” diye haciz kağıtları geldi. Gün oldu “tüketici kredisi daha iyi” dediler. Aldık, geri ödeyemedik. Sonra çeşit çeşit krediler icat ettiler. Tatil, eğitim, askerlik, sünnet kredileri sardı ortalığı.
Herşey faiz kıskacına aldı bizi. Ödediğimiz faiz, ana paraları aştı. Yemedik, içmedik faiz ödedik. Buna karşılık finans şirketleri yükseldi. Devlet bile alacağına yüksek faiz uyguladı.
Bir banka veya finans şirketi nasıl kar eder Allah aşkına: Parayı toplar, daha pahalısına satar. Aradaki fark kâr olur di mi? İşte o kâr aslında sizden, bizden, esnaftan, iş adamdan alınan fazla faizlerdir. Sonra bu parayı alırlar, daha yüksek faizle bir başkasına verirler. Ülke yüzde 3-5 büyürken banka kârlarının yüzde 30-40 artmasının başka bir izahı yoktur. Banka bu kadar kredi dağıtıyorsa ülke ekonomisinin de aynı oranda büyümesi gerekmez mi? Demek ki sistem ya çok yüksek faiz alıyor, ya da aslında kredi dağıtmıyor.
Bu faiz sarmalı içinden çıkmamızın kısa vadede imkanı yoktur. Ben kurtulsam, komşum kurtulamaz. Komşum kurtulsa, ülkem kurtulamaz.
Ben böyle söyleyince biliyorum ki, bir sürü kişi çıkıp bir sürü rakam sıralayacak. “Şöyle olmuş da, böyle olacak da” diye. Ne derlerse desinler istedikleri sayıları söylesinler sonuca bakmak lazım.
Para da, petrol gibi, silah sanayii gibi stratejik bir üründür. Şöyle düşünün, diyelim ki fırınların kârları her geçen yıl yüzde 50 artıyor. İnsanlar mecbur olduğu için ekmek alıyorlar. Kimse sormaz mı bunun nedenini? Sormalı değil mi? İşte aynı durum.
Taksi taksi olalı böyle zulüm görmedi
Uber’den bahsediyorum. Ama aslında işin başına dönmek lazım. İstanbul’da 20 küsur bin taksi var. Eğer bir taksi plakası alıp çalışmak veya çalıştırmak isterseniz 1 milyon 500 bin ila 2 milyon lira arasında parayı gözden çıkartmanız lazım. Hal böyle olunca da taksi plakaları gözde bir yatırım aracı durumuna düşüyor. Öncelikle bu kadar plaka parasını ödeyebilecek taksici yok. Para sahipleri bundan faydalanıyor. Aldıkları taksi plakalarını kiralayıp aylık kazanç sağlıyorlar. Üstelik plaka fiyatları da her geçen gün arttığı için vergisiz para kazanıyorlar. Ayda aldıkları kira parası yaklaşık 5 bin lira.
Öte yandan taksi plakasında alım satım yapan tüccarlar da var. Elinde yüzlerce taksi plakası tutan kişilerden bahsediliyor. Ama vergi falan ödemiyorlar tabii ki.
Bu plaka ücreti sayesinde ortalık meslekten olmayan, sadece yatırım amaçlı kişilerin elinde kalıyor. Meslekten olmayanlar piyasaya hakim olunca da taksiciler hakkında hepimizin bildiği ve çoğuna katıldığı şikayetler çıkıyor.
Kısa mesafe almamalar, kötü davranmalar falan. Devlet, yani belediye bir tekel yaratıyor. Yaratılan bu tekelden birileri para kazanıyor. Para yerine hizmet kalitesi öne çıkartılması gerekirken tam tersi yapılıyor.
Hal böyle olunca korsan taksi firmaları oluşuyor. Telefonla çalışıp, kilometre başına para alan sivil araçlar yani. Halk da fiyatları ve temizlikleri yüzünden bunları tercih etmeye başlayınca taksicilerin itirazı göklere yükseliyor. Korsan taksicilerle mücadele zor. Ama polis özellikle havalimanı girişlerinde yakalamaya çalışıyor. Düzenli havalimanına gelen sivil araçlar durduruluyor. Bu korsan taksi karinesi oluşturuyor. Yakalanan korsan taksi bağlanıyor. Yani trafikten men ediliyor.
Korsan taksiciler de buna karşılık tedbirler geliştiriyor. Bu iş o kadar kârlı ki, korsanlar birden çok araç kullanıyor dikkat çekmemek için. Düzenli araç değiştiriyor. Böylece bir araçları bağlanınca başka bir araçla devam ediyorlar.
Genellikle havalimanına müşteri almıyorlar. Eğer alacaklarsa müşteri ön koltuğa oturtuluyor. Hatta yakalanmamak için aslında birbirini hiç tanımayan müşteri ve şoför ayrılırken öpüşüyor.
Korsan taksi ile birlikte şimdi de Uber çıktı. Bildiğiniz bir cep telefonu aplikasyonu. Yüklüyorsunuz telefonunuza taksi gibi çalışan sivil araç buluyorsunuz. Tahmini fiyatı da veriyor.
Bu da taksicilerin kuyusunu kazıyor. Çünkü halkım bu kez de Uber’i tercih ediyor. Fiyatı daha ucuz değil. Hatta kimi zaman daha pahalı. Ama sizce halk neden normal sarı taksileri değil de Uber’i tercih ediyor?
Mücadele iyi güzel, hoş da, bu sorunun cevabı yok. Aslında var da. Kimse vermeye yanaşmıyor. Çok net söyleyeyim:
Bizim resmi diyebileceğimiz plakalı sarı taksilerimiz öncelikle pis. Bakımsız ve özensiz. Çoğu dökülüyor. Üstelik kötü kokuyor. Şoförlük yapanlar meslek erbabı değil. Trafiği alt üst ediyorlar. Bulabildikleri her fırsatta nazlanıyorlar. Şoförler için bir mesleki eğitim veya standart olmadığı için işi olmayan kahvehaneden çıkıp direksiyona oturuyor. Halk da bunu bildiği için doğal olarak diğer alternatifleri tercih ediyor.
Tamam yasadışı, hadi yasadışı demeyeyim de usul dışı bu oluşumlarla mücadele edin. Ama taksiler anlattığım durumlardan kurtulmadıkça halkın onları tercih etmesi mümkün değil. Öncelikle bu durumun düzeltilmesi gerekli.