Türk-Irak ilişkilerinin gidişatının belirlenmesinde; komşuluk ve gereksinimleri, güvenlik kaygıları ve bağlı komplikasyonlar, karşıt bölgesel ittifaklar gibi birçok tarihi, siyasi ve stratejik faktör önemli bir rol oynamıştır.
Ankara ile Bağdat ilişkilerinde kabul gören bir başka kanaat, iki ülke arasındaki gerginliklerin çoğu zaman ikili ilişkilerin zorluklarından kaynaklanmadığı gerçeğidir. Üçüncü şahısların çıkarları, siyasi, ekonomik ve güvenlik hesapları tansiyonunun tırmanışında büyük rol oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir.
Açıkça ifade edecek olursak, Türk- Irak ilişkilerinde son yılların seyri hiç umut verici olmamıştı: Medya aracılığıyla yaşanan gerginlik, siyasi krizler, büyükelçileri geri çağırma tehdidi ve “soft” diplomatik ilişkiler yerine proaktif diplomasinin hâkim olması...
Örneğin Bağdat nezdinde: Terörist gruplara karşı Türk askeri birlikleri tarafından Kuzey Irak’ta gerçekleştirilen operasyonlar, Irak’ın Başika bölgesine Türkiye’nin ulusal güvenliğinden hareketle askeri birliklerin girmesi ve Bağdat’ın tüm itirazlarına rağmen hala geri çekilmemesi, Kandil bölgesinde yerleşik PKK unsurlarına karşı hem havadan hem de karadan müdahalelerin sürdürülmesinde Ankara’nın ısrarı, ilişkilerin tansiyonunu yükseltmektedir.
Diğer yandan Dicle ve Fırat nehirlerinin su paylaşımı ve kullanımı sorununun patlak vermesi ve Bağdat’ın bu konudaki pozisyonunu güçlendirmek üzere konuyu Arap ülkelerine bölgesel ve uluslararası platformlara taşıması gerginliğin artmasında etkili olmuştur.
Tamamen farklı bir biçimde; son dört ayın seyri ise, bu kez bu olumsuz ortamı sıcak, olumlu ve diyaloga açık bir hale getirmiştir. Son dönem gelişmeleri arasında:
-Irak Devlet Başkanı Burham Salih’in bu yılın başında Türkiye'ye yaptığı ziyaret.
-TBMM başkanı Mustafa Şentop’un 20 Nisan’da Bağdat’ın ev sahipliği yaptığı Irak komşu ülke parlamenterler toplantısına katılması.
-Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun iki hafta önce, Basra, Bağdat ve Erbil’i de kapsayan Irak gezisi. Ve şimdi, Irak Başbakanı Adel Abdul Mehdi'nin Mayıs ortasında Ankara’ya gerçekleştirmiş olduğu kısa ziyareti sayılabilir.
Nereden nereye?
Daha düne kadar, Türkiye ile Irak arasında büyükelçilere yönelik tepkisel diplomatik çağırma hamleleri, izlenen tutum ve politikalara karşı verilen sayısız nota ve protesto mektupları ve savaş tehditlerine kadar varan öfkeli açıklamalardan sonra, şu anda Ankara-Bağdat hattında ilerleyen yeni pragmatik politikalar ve çıkarları koruma adına atılan farklı adımlar söz konusu.
İlişkilerin olumsuz seyrini kendi çıkarları için kullanmak isteyen bölgesel güçlerin rolünü ve etkisini azaltmak için, doğrudan ve kapsamlı ikili diyalog girişimlerinin önünü açmanın daha uygun olacağı anlaşılmıştır.
Sınır anlaşmazlıkları, Dicle ve Fırat nehirlerine ilişkin su paylaşımı ihtilafları, farklı bölgesel ve uluslararası kamplaşma tercihleri ve iki ülkenin Kürt meselesine bakışları gibi hassas konular, her iki ülke için hem kendi aralarında hem de bölgesel ilişkilerinde bazen güç, bazense zayıflık sebebi olmuştur.
Yaklaşık bir yıldır Irak hükümetinin başında bulunan Abdul Mahdi, önceki siyasi tecrübeleri ve birçok Türk siyasi, medya ve entelektüel figürler ile kurduğu kişisel dostluğu sayesinde Türkiye'yi yakından tanımakta. Ankara ziyareti çok kısa sürmesine rağmen, toplantılara katılan delegasyonların yapısı ve önümüzdeki süreç için planlanan ortak ikili takvim çalışmaları, bu sefer ilişkilerin geleceğine daha iyimser yaklaşmamızı sağlıyor.
Irak Başbakanı, bir yıl önce söylediklerinden oldukça farklı bir dille, bu sefer, iki taraf arasındaki ilişkileri genişletmek ve sadece ticari ilişkiler değil, aynı zamanda Irak'ta sanayi ve yatırım alanlarında Türk iş adamlarını da katarak ortak stratejik projeler geliştirmeye davet etmiştir. Irak’ın yeniden, gerçek ve ciddi bir diyalog imkanıyla masaya oturmasına katkı sağlayan başlıca nedenler arasında; Irak’ın iç ve dış gücüne kavuşması, IŞİD terör örgütünü yenmesi ve Kuzey Irak’taki ayrılık denemesinin sekteye uğraması sayılabilir.
Nedir bu yeni Türk-Irak diyaloğunun amacı?
Ankara ve Bağdat’ı kaygılandıran hususların başında ABD ve İran arasında yaşanan Körfez gerginliği ve tüm bölgeyi saracak muhtemel askeri çatışmaların vuku bulması geliyor.
Başta ılımlı dini lider Moqtada El-Sadr olmak üzere, Irak’ta birçok lider bölgede yaşanabilecek olumsuz senaryoları engellemek için Ankara’yla iş birliğinden yana. Irak Başbakanı Adel Abdul Mahdi'yi, Körfez'de muhtemel bir ABD-İran çatışması ile nasıl başa çıkılacağını bulmak için, hızlı bir şekilde Ankara'ya gidip danışması konusunda teşvik edenlerin başında da Iraklı din adamı El-Sadr yer almaktadır.
Sadr’ın endişesi, Türkiye’yi de endişelendirdiği gibi, Basra körfezindeki krizin kıvılcımlarının hızlı bir biçimde bölgenin her tarafına sıçraması ve diğer ülkeleri de kapsamasıdır. Nitekim Sadr; “ABD ve İran savaşı Irak'ın sonunu getirir" ve “Irak'ı, ABD ile İran arasındaki olası herhangi bir çatışmaya sokan, Irak halkının düşmanı olacaktır” ifadelerini kullandı.
Ankara ve Irak’ı tedirgin eden; hem Amerika-İran gerginliğinin olası yansımaları hem de her iki ülkenin bölgede takındığı agresif tutumlardır.
İranlı liderler, yıllardır bölgede üç Arap başkentini; Suriye, Lübnan ve Irak başkentlerini kontrolü altında tuttuğu ve dördüncü hedef olan Yemen’in de düşmek üzere olduğunu çekinmeden ilan etmişlerdir.
İran’ın yayılma politikasının sıradaki hedefleri arasında Bahreyn ve Umman bulunmakta ve bölgesel genişleme projeleri arasında Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya gibi coğrafyalar yer almaktadır.
Amerika ile İran arasındaki rekabet ve stratejik hamleler, yıllardır psikolojik, ekonomik ve askeri manevralar üzerine kuruluyor ve birçok yerde danışıklı dövüş şeklinde yaşanıyordu. 1980'den bu yana, çatışmalar diğer ülkelerin topraklarında gerçekleşiyor, ancak durum bu sefer farklı. ABD Başkanı Donald Trump, İran'ın savaş istemesi halinde, “bunun bölgede kendi sonu olacağını” söylüyor.
Körfez’deki böyle bir savaşın, yalnızca İran’ı ve Amerika’yı etkilemeyeceği kesin. Bedel ödeyecek devletlerin başında, İran’a komşu olan Irak ve Türkiye olacaktır. İki ülke arasında hali hazırda yürütülen diyalog ve görüşmelerin temelinde, böyle ağır bir yükü taşımak bulunuyor.
Sonuç olarak: Körfez krizi, olası bir “patlama” riskinin engellenmesi ve tehditlerin bertaraf edilmesi amacı, Türkiye-Irak ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasına ciddi bir gerekçe teşkil edebilir. Görünen odur ki; Türkiye ve Irak'ın ortak hedefi, büyük bir bölgesel kaos senaryosu karşısında durmak, diyalog ve barışçıl yöntemlerle sorunu çözmek ve önümüzdeki süreçte birlikte hareket etmektir.