Ey Hak yolcusu!
Dîn-i Celîl-i İslâm’da (yüce İslâm dininde) emrolunan her ibâdet, sayıya girmeyecek kadar nimet ve hikmet doludur. Aynı zamanda da insanın mânevî hastalıklarını tedavi etmek için Kur’an eczanesinde yapılmış birer ilaçtır.
Mesela namaz: İnsanı bütün kötülüklerden, Allah’ın istemediği şeylerden muhafaza eden mânevî bir ilaç, nefsin dizginlerini çeken, her an insanın hayatını kontrol eden bir müessesedir.
Zekât: İnsanın Hakk’a karşı itimatsızlığını gösteren hasisliği tedavi eder, o pis kiri temizler. Malın hakîkatte kimin olduğunu gösterir.
Ramazan ayında tutulan oruca gelince:
“Ramazan”, Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Bu ismin hilâli, hangi kalpte tulû’ etmişse (doǧmuşsa) hakîkatte orucu o tutmuştur.
“Şehrü ramazânelleziy ünzile fiyhil kur’âne hüden linnâsi beyyinâtin minel hüdâ vel fürkan” (O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile bâtılı ayırt eden, hidâyet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi.)
Bakara Sûresi, 185. âyet-i celîlesi “Ramazan” denilen o mübârek ayın şânını ne muazzam şekilde tebcil ü takdis ederek (yücelterek/tâzimle) ilan eder.
Elbette Cenâb-ı Hakk’ın bu aya vermiş olduğu kıymetin, Hakk’a gönül verenlerin gönlünde yer alması pek tabiidir.
Öyle bir ay ki, her günü her saati, her dakikası insanın mahkeme-i ilâhîden (ilâhî mahkemeden) ve mahkûmiyyet-i uhreviyyeden (âhirette mahkum olmaktan) kurtulması için birer vâsıta, birer şâhittir. Daha doğrusu bu ay, Ümmet-i Muhammed’in felâh-ı ebediyyeye (ebedî kurtuluşa/saadete) kavuşabilmesi için bir bahanedir. Gündüzlerinde başka bir nurâniyet, gecelerinde o nurâniyete bin kerre tefevvuk edecek (üstün gelecek) hâlât (hâller) ve beşâir ü seâdet (müjdeler ve saadet) vardır. Her gecesi diğer ayların gecelerine nispeten bir Kadir gecesi olduğu gibi, kendisinde Kur’ân-ı mübîn ile beyan edilmiş olan bir de hususî Kadir gecesi vardır. Ve şehr-i gufranda (af ve merhamet ayında) hiçbir şey ile uslanmayan nefsin, oruc ile daire-i itâata girmesi vardır. Cenâb-ı Hak, bütün sıfât-ı sübhânîsini (sübhanî sıfatlarını) bu mezâhir (zuhur edenler) üzerinde tecellî ettirmiş, “irâde” sıfatını ise yalnız insana bahşetmiş, o sıfatın da ancak insanda olduğunu oruç ile meydana koymuştur. Zîra açlık had devresini aldığı hâlde yememek, susuzluk haddini aştığı halde içmemek, mukarenet (kavuşma/birleşme) için nefsin dizginlerini çekmek ancak oruç ile olur. Onun için oruç tutan kimse, Hakk’ın ihsan ettiği irâdeye sahip olduğunu gösteriyor demektir. Yani oruçlu insan demek: Sıfât-ı İlâhi’ye (ilâhî sıfatlara) bürünmüş, Hak-sıfat olmuş kimse demektir.
Hak sıfatı, her zerre üzerinde titremeye başlamış, evvela cânan, sonra can diye yaşayan nâib-i Hak (Hakk’ın vekili) demektir.
Oruçlu insan demek: Gönlü safâ-i ilâhî (ilâhî huzur/zevk) ile dolmuş, Hakk’ın huzuruna çıkabilecek fermana sahip olmuş kimse demektir.
Evet, İslâm’ın beş umdesinin (ilkesinin) en mühimlerinden birini oruç teşkil eder. Onun için Cenâb-ı Hak hadîs-i kudsîde, “Essavmülî ve ene eczî bih”/“Oruç benim içindir, onun mükâfatını da Ben vereceğim.” buyurmuşlardır.