Nasrettin Hoca damdan düşmüş. Ahali çevresine toplanmış. "Doktor" yok mu diye bağırıyorlarmış. Hoca güçlükle başına kaldırmış: "Bırakın doktoru, damdan düşen var mı? Onu getirin.
Nasrettin Hoca damdan düşmüş. Ahali çevresine toplanmış. “Doktor” yok mu diye bağırıyorlarmış. Hoca güçlükle başına kaldırmış: “Bırakın doktoru, damdan düşen var mı? Onu getirin. Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar.” Bu çok bilindik bir fıkradır. Bir Türk için artık komik bile gelmeyebilir. Ama şimdi Avrupa bu fıkranın anlamını öğrenmek üzere. Suriye’de iç savaş başladığında aslında herkes hazırlıksız yakalandı. Bekleniyordu, beklendiği gibi oldu. Ama bu karışıklığı planlayanlar bile bu kadar uzayacağını tahmin etmemişti. Analizciler, oturdukları yerden ahkâm kestikleri için hiç bir şeyi bilememişlerdi anlaşılan.
Bu olaylarla birlikte on binlerce insan çoğu Türkiye üzerinden Suriye’ye geçip DAEŞ’e katıldı. Toplam 25–30 bin civarında potansiyel ve fiili katil Suriye’ye girdi. Bir kısmı, Kafkaslardan, bir kısmı İç Asya’dan, bir kısmı Çin’den. Bunlardan 6–7 bininin Avrupa Birliği ülkelerinden olduğu hesaplandı. Yani cebinde İngiliz, Fransız, Alman, Hollanda veya Belçika pasaportu taşıyan 7 bin insan. AB vatandaşlarının tüm haklarına sahip. Ceplerinde kimlik kartları, hiç de öyle sallarda can vermeyecek, elini kolunu sallaya sallaya istediği AB ülkesine gidecek 7 bin terörist.
Şimdi Avrupa’yı bunun derdi sardı. Türkiye DAEŞ’in kendi sınırı ile ilgisini kesti. Hiçbir terörist Türkiye üzerinden geçmeye çalışmaz. Ama bir şekilde yenileceklerini yok olacaklarını anlayınca vatandaşı oldukları ülkelerine dönmeye çalışacaklar. İşte o zaman kopacak kantarın topuzu. Sizce bu teröristler ülkelerine döndüğünde rahat duracaklar mı? Tabii ki durmayacaklar. İşte o zaman Avrupa Birliği bakalım bizi anlayacak mı? Bunlarla baş etmenin ne kadar zor olduğunu görecek mi? Hiç temenni etmediğim birşey. Ama törörle yaşamaya çalışmış bir ülkenin vatandaşı olarak dostlarımızı uyarmak isterim. Tehlike altındasınız. Bir an önce Türkiye’den yardım alın, destek alın. Bizim tecrübelerimizden faydalanın. Bu adamlar bildiğiniz gibi değil. Sizin naif bakışınız bunlara etki etmez.
Bu işte bir yanlışlık var
“Bak uzaktan tek gözlü bir koyun geliyor“ Öncelikle o koyun değil köpek. İkincisi gelmiyor, gidiyor, üçüncüsü gözü değil, götü” Bazen işte tam da bu fıkradaki gibi oluyoruz. “Kahretti” başlığı ile verilen şehit haberleri ile “Yazın son bikinileri” aynı sayfada yan yana veriliyorsa bu işte bir yanlışlık yok mu? Askerimiz başka bir ülkede teröristlerle savaşırken, kimi yollarda mayınlar patlatılıp gencecik çocuklarlar katledilirken, dağda çatışma yaşanmayan tek bir gün bile yokken, bayram tatili için bırakın otelleri, otobüslerde bile yer kalmamışsa bu işte bir yanlışlık yok mu?Ölene gerçekten üzülüp, öldürüne kızıp, cenaze namazlarına katılıp hiç birşey olmamış gibi hayatımıza devam etmemizde bir yanlışlık yok mu? Artık neredeyse 100 yıla ulaşmış bulunan Cumhuriyet ile sorunumuz varsa sorunumuzu, sevgimiz varsa sevgimizi tanımlayamamış olmamızda bir yanlışlık yok mu? Hadi Cumhuriyet 100 yaşında. 1400’ü aşkın yaştaki İslam ile ilgili yorum farklarında din adamlarının bile oturup konuşamamasında yanlışlık yok mu?Yaşadığımız onca darbeye, yarı darbeye, post modern darbeye ve girişime rağmen “Ne gam, ne kasavet” diye kaygısızca yaşayanların, ülkesi için kaygı duyduğu için acı çekenler ile neredeyse dalga geçmesinde bir yanlışlık yok mu? Bu çifte standardın, bu iki yüzlülüğün, bu konformizmin çok iyi farkında olan, istediği kadar yazı yazsa da bunu değiştiremeyeceğini bilen benim bile, oturup “Bu işte bir yanlışlık yok mu?” diye yazı yazmasında bir yanlışlık yok mu?
Pamuk eller cebe
Daha düne kadar “SD” yani bildiğiniz eski tip yayın sisteminden televizyon izliyorduk. Oranı 4x3’dü. Yani bir köşesi 4 birim ise, diğer köşesi 3 birim uzunluktaydı. Kareye yakındı. İlk olarak ekranların tipi değişti. 16x9 oldu. Yatay bir dik dörtgen gibi. Hepimiz gittik bu ince televizyonlardan aldık. Ama televizyon kanalları bu sisteme hemen uyum sağlayamadı. O yüzden yanlara doğru gerilmiş insan yüzleri değirmi kalçalar seyrettik uzun bir süre. İnsanlar şişkolaştı. Daha sonra “HD Ready” diye birşey ürettiler. Yani HD hazır ama, tam da değil. Bir tür yarım HD gibi birşey. Arada bu teknolojiyi alan aldı. Daha sonra Full HD çıktı. Bu da tam HD’ydi adından anlayacağımız.
Böyle kolayca anlattığıma bakmayın. Leblebi çekirdek almıyorsunuz. Her bir yenilik dünyanın parası. Televizyonlar HD Ready ve Full HD’ye de uyum sağlayamadı. Çünkü altyapı değişikliği devasa yatırımlar gerektiriordu. Yani teknoloji evlerimizde bizlerin cebini zorlarken, kanalların da bütçelerini alt üst ediyordu. Bu teknoloji kanallara öyle yük getirdi ki, başlarda HD kanalları parayla izliyorduk. Pekiyi hadi kendimizi anladık. Kanallara neden yük getiriyordu derseniz? Şöyle anlatayım. Diyelim ki kanal tüm teknik cihaz altyapısını HD olarak satın aldı. Ama bununla bitmiyor ki. Bir görüntünün HD çekilmesi, HD yayınlanabileceği anlamıyana gelmiyor. O görüntünün uyduya HD olarak iletilmesi ve uydudan HD olarak yayın yapılması gerekiyor. Anlaşılabilecek şekilde anlatmak istiyorum. Eski sistemde uydudan 3-4 şiddetinde bir yayın gücü yeterli olurken HD sistemde 13-14-15 gerekiyordu. Bu da daha fazla uydu kapasitesi demekti. Doğal olarak uyduya çıkmak için harcanan para 3-4 kat artıyordu. Kapasite ihtiyacı sonraları biraz düştü ama yine de iki katından fazla gerekiyor.
Daha sonra “4K” çıktı. Elektronik mağazalarında özel yüklenmiş görüntüleri izleyip hayran oluyor olabilirsiniz. Ama hiç dert etmeyin. Bu görüntüler sadece o mağazalarda geçerli. Evet televizyonlar çok güzel, çok ince ve çok pahalı. Ama yayın yok. Yani dünyanın en hızlı arabasını alıp, köy yolunda sürmeye çalışmak gibi. Televizyonların 4K yayın için alt yapı düzenlemesine ne niyeti ne de mecali var. Bir tek TRT bir deneme kanalı açtı. Sağolsun. O da olmasa, kimse birşey izleyemeyecek. Şimdi de sıra “8K”da. Teklonoloji fuarlarında bu yüksek yetenekli, yüksek fiyatlı televizyonlar boy gösteriyor. Aman dikkat “4K” için söylediğim herşey “8K” için de geçerli. Alırsınız, hiç birşey izleyemediğiniz için köşede durur. Ama isterseniz, anneannenize söyleyin size dantel örsün. O eski kuşaktır, danteli nasıl kullanacağınızı çok iyi bilir.