On günlük tatilden, tüm yaşanan olumsuzluklarına karşın geride kalanlar, değdiğini hissettiren güzelliklerdi.

Ne umduk neler bekledik konusunda hayal kırıklıkları yaşamadık desek yalan söylemiş oluruz. Bu yaşanan olumsuzluklar geçtiğimiz yıldan bugüne kalan ve beklentilerimizi olumsuz etkileyenlerdi. Bu yıl Ege’nin birçok tatil yöresi yaşadıklarından yorgun ve bitkin gibiydi. Bunu geçtiğimiz haftaki yazılarımızda özet olarak anlatmıştık.

On günlük tatil süresince yaşananlara rağmen, ek bir programla, Akyaka’dan Datça’ya doğru yola çıktık. Son yıllarda ününü giderek arttıran Datça’yı görmeden İstanbul’a dönmek olmazdı.

Ege’de tatilin yükselen yıldızı Datça esnafının, son aylarda öne çıkan bir isteğini de göz ardı etmemek lazım. Datça esnafı, yerli halkı ve müdavimlerinin şöyle bir ricası varmış. “Lütfen Datça’yı yazmayın, anlatmayın, bu güzelliği bozmayın”. Çok da haklılar. Ege’nin bazı tatil yörelerinde giderek artan yoğunluğun Datça’yı da etkileyeceğinden korkuyorlar. Yaşananları görüyorlar. Ancak, muhteşem mimarisi, Akdeniz ve Ege ikliminin birleştiği noktadaki denizi, mavi bayraklı koyları ve komşu Yunan adası Symi ile, tatil yörelerinin yükselen yıldızı olma yolunda hızla ilerliyor.

Datça’ya ilk kez geliyorduk ve telefonuma arkadaşımdan gelen mesajda yazılı yerleri görmek planıyla yola çıktık. Datça merkez için söyleyebileceğim tek şey, mimarisi, beyazın tonlarının etkin olduğu yapıları, betonarme hissinden sizi uzaklaştırıyor. Çok katlı binalar yok. Sokak ve caddeler geniş ve düzenli. Trafik yoğun değil. Sahil boyu ve marina çok derli toplu. Baktığınızda görüntü olarak sizi rahatsız eden hiçbir bina yok.

Antik özelliği olan ve eski Rum mimarisinin hakim olduğu eski Datça’yı burada anlatmak mümkün değil. Çok özenli, turistler için arayıp da bulamayacakları bir yer.

Eski Datça görülmesi gereken en özellikli yerlerden biri. Taş ve ahşap ağırlıklı butik oteller ve pansiyonları ile konaklama imkanı var. Ama popülerliği gece hayatından değil Can Yücel'den geliyor. Köyün girişindeki Kayra Çay Bahçesi'nde Can Yücel anısına özel bir köşe ayrılmış. Az ileride şairin evi de var. En ilgi çeken yanı ise; otantik çok güzel kafe ve restoranları. Ve tüm bahçelerde size gülümseyen begonviller.

Datça’da gece hayatı yok ama, her tarafta kendini gösteren keyfli kafeleriyle, gece yarısına kadar eğlencenin merkezi.

Datça’da Mavi Tura çıkmadan dönmek olmaz. Belki de dünyanın sayılı güzellikteki otantik peyzaj mimarisiyle donatılmış koylar bu yarımadada. Palamutbükü, Akvaryum, Hayıtbükü, Bencik Koyu, Mesudiye en güzel koylarından sadece birkaçı. Türkiye’nin güneybatısındaki en uç noktasındasınız, Ege ile Akdeniz’in birleştiği noktadaki yarımadanın koyunda bulunan, Antik Kent Knidos; tarihi harabeleri ve tiyatrosuyla mutlaka görülmesi gereken bir yer.

Muhteşem denizi, plajı, otantik butik otel ve kafeleri ile gezmeye doyamayacağınız Hayitbükü, muhteşem plajı, denizi, ahşap binalardan oluşan mahallesi, bungalovları, otantik butik otelleri ve pansiyonları ile Palamutbükü görebileceğiniz ve konaklayabileceğiniz yerlerin en önemlileri.

Dedik ya, Daça öyle kolay anlatılamaz, mutlaka gidip görülmesi gereken bir yer. Gitmeyi planlayın ama, Datça yerlisinin, esnafının ricasını da gözardı etmeyin.

BİR TUTAM TEBESSÜM

AT HIRSIZI!

Adamın biri bir at çalmış. Eve gelmiş, oğluna; “Al bu atı pazara götür sat, ben gidersem beni tanırlar” demiş.

Oğlu atı pazara götürmüş.

Bir süre sonra ata bir talipli çıkmış, ata bakmış “Bunun ayağı sakat” demiş.

Oğlan “Hayır sakat değil” diye cevap verince, adam; “Bineyim kontrol edeyim o zaman” demiş. Ata binmiş, dolaşmaya çıkmış ama, gidiş o gidiş.

Oğlan akşam eve gelmiş. Baba oğlunu görünce “atı sattı” diye sevinçle, “Atı kaça sattın oğlum” diye sormuş!

Oğlu yanıt vermiş; “Valla baba, geldiği fiyata gitti”!