Evet, 16 milyonu yerleşik, kısa süreli veya günü birlik gelen ziyaretçileri ile birlikte her gün 20 milyona yakın insana hizmet verilen bir şehir İstanbul.

İstanbul ile ilgili birçok yazı yazdım ve yazmaya da devam edeceğim galiba.

Geçtiğimiz haftalarda yazdığım “Dertleri zevk edinmek” başlıklı yazıma şöyle bir giriş yapmıştım;

“İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşamanın keyfinin yanı sıra, birçok derdini de paylaşmak durumundasınız. Sadece İstanbul’da değil yaşamın süregeldiği her yerde, bireysel veya toplu yaşamanın olduğu her yer için geçerli olan bir olgu. Yılın dört mevsiminin direkt olarak etkilediği ve o mevsimsel özelliklere uyum sağlamanın zorunlu olduğu bir yaşam biçiminin, her zaman planlarınızda olması gerektiğini asla unutmamalıyız”.

Evet, 16 milyonu yerleşik, kısa süreli veya günü birlik gelen ziyaretçileri ile birlikte her gün 20 milyona yakın insana hizmet verilen bir şehir İstanbul. Bu hizmetler sırasında kontrolden kaçan birçok eksikliğin şikayet konusu olması ve bunların da haberlere yansıması çok doğal. Ama yine de giderek toplumun şikayetlerinin de ötesine geçen normal sürmesi gereken yaşam hareketliliğine engel olan yanlışlardan da söz edilmeli.

İstanbul’da sık sık, birçok yeni yatırımlarla var olan güncel sorunlara çözüm üretiliyor olmasına rağmen, bazı olumsuzlukların ortadan kaldırılabilmesi için, hizmet götürenlerin, yasalara ve kurallara kesinlikle uyması gerçeğini yok sayamayız. Özellikle; toplu taşıma hizmetlerini veren kurumlar, araçları kullananlar ve o hizmetleri denetlemekle yükümlü olanlar, bu konuda çok dikkatli olmalılar ve denetim zaafına yol açmamalılar. Onlar işlerini ciddiyetle yaparlarsa var olan olumsuzlukların büyük bölümü ortadan kalkacaktır.

İstanbul’un en önemli ve yıllardır denetim zaafı yaşanan sorunlarından biri; iş saatlerinin sonuna doğru, işyerlerindeki çalışanları, iş çıkışında evlerine götürmek üzere şirket anlaşmaları doğrultusunda hizmet veren servis araçlarının ana caddeler üzerinde düzensiz, trafiği kilitleyen, bazılarının sorumsuzca çift sıra şeklinde duçar gibi park etmeleridir. Bu yıllardır böyle aynen devam ediyor ve bu konuda yapılan denetimler neredeyse yok denecek kadar az.

Geçtiğimiz günlerde bu durumu yerinde gözlemlemek üzere; özellikle Beşiktaş Maslak yolu üzerinde, Büyükdere Caddesi’nde, Zincirlikuyu-Mecidiyeköy yolu üzerinde. Büyük alışveriş merkezleri ve işyerlerinin yoğun olduğu çok katlı plazaların önlerinde, en az yarım saat civarında çoğu yerde iki sıra halinde birçok servis aracının park ettiğini gördüm. O caddeler üzerinde, o saatlerde, normal olarak “tekerlek dönmesi” hızında yürüyen trafiği iyice kilitliyorlar.

Aynı yerlere birkaç kez gittim, aynen devamdı ve değişen bir şey yoktu.

Merak ediyorum! Mahallenizde veya gittiğiniz bir yerde aracınızı çekenler bu servis araçlarının oralarda yaptıklarını neden görmezler, o park karmaşasına neden engel olmazlar!

BİR TUTAM TEBESSÜM

KİM DAHA İYİ CASUS!

Ülkelerden birindeki açılan casusluk sınavına binlerce kişi katılmış,

Sınavı elemelerini sadece İngiliz, Fransız ve bir de Temel geçebilmiş.

Bunları birçok sınava daha sokmuşlar, her girdikleri sınavdan başarıyla çıkmışlar.

İçlerinden “en iyisini” belirleyebilmek için “üçünü de bir sınava daha sokalım”, Her üçünün de karılarını çağıralım, silahla karılarına ateş etmelerini isteyelim. Ama silahtaki kurşunların sahte olduğunu bilmeyecekler. Tetiği çekme cesaretini göstereni, en iyi casus adayı olarak seçelim” demişler.

Üçünün de karısını çağırmışlar.

İngiliz’e; “Karın içeride, içeriye gir ve silahla onu öldür”. İngiliz içeri girmiş, iki dakika sonra dışarı çıkmış. “Ben karımı öldüremem” demiş.

Fransız da iki dakika sonra çıkıp aynı şeyi söylemiş.

Sıra Temel’deydi. Temel içeri girmiş, ardından birkaç el silah sesi ve gürültü duyulmuş.

Hızla içeri girmişler; odada Temel var ama karısı yok. “Temel karın nerede?” diye sormuşlar şaşkınlıkla.

Temel; “Birkaç el ateş ettim, ama ölmedi, ben de tutup pencereden aşağıya attum oni!”