Cevap belli aslında – hiçbir şey değişmeyecek. 2023’ten 2024’e girdikten sonra ne değişti ki bu sene değişsin?
Aslında bir nehir metaforu olarak hayatımıza bakacak olursak devam edip giden bir süreç içerisinde olduğumuzu görürüz. Yaşam bir nehir misali akıp gidiyor. Ne 2023 biliyor, ne 2024 biliyor ne de 2025 bilecek.
Biz insanlar günlük yaşamın getirdiği bir mecburiyetten dolayı icat etmişiz bu takvim, tarih falan işlerini. O sebepten dolayı çok fazla takılmamak lazım bu işlere. Yılbaşı-yılsonu arasında geçen 365 günde kendi adımıza, kendimiz için, ailemiz için, toplum ve ülkemiz için ne ürettik, neye katkıda bulunduk, neden koruduk sevdiklerimizi veya aldığımız kararlarla nelere yol açtık buna bakmamız lazım öncelikle.
Bu bireysel kısmı, elbette bunun muhtelif ölçeklerde ve büyüklüklerde toplumu etkileyen kısımları da var. Spor söz konusu olduğunda kulüpler, milli takım, oyuncuların durumu, sportif yarışmanın şartları falan diye de devam edebiliriz. Ülkemizdeki sportif ortamda alt yapıdan gençlerin yetiştirilmeleri, yarışmacı ve yetiştirici nitelikte bir donanımla mücehhez olmaları gibi evrensel kriterlere göre sistemin dizayn edilmesi en öncelikli çözülmesi gereken konumuz olarak ortada durmaktadır.
Bu 2023’te de böyleydi, 2024’te de böyle oldu ve bu gidişle 2025-2026’ta da böyle olmaya devam edecek. Devlet aklının uzun zamandır bir beka sorunu olarak yoğun iç ve dış siyasi gündemle meşgul olması sebebiyle bu konular ne yazık ki gündeme gelemiyor veya yeterli zaman ayrılamadığı için gerilere doğru öteleniyor.
Böylelikle de yıllar geçse de sorunlar çözülmeden fakat ağırlaşarak, kronikleşerek mevcudiyetlerini sürdürüyor. Gençliğin spor yapması, gençlerin yetenekli oldukları branşlara göre istihdam edilmesi söz konusu olduğunda spor bürokrasimiz hemen salon sayılarını, yararlanan kişileri falan istatistik olarak önümüze sürüp kendi vazifesini yaptığını sanarak savunmaya geçiyor ama 80 milyonluk koskoca ülkeden kaç tane olimpik sporcu çıkardığımız, olimpik olgunlukla kaç yarışmadan kaç madalya getirdiğimiz ortada. Arda, Kerem, Kenan gibi pırlantalarımız da olmasa çok sönük bir vitrinimiz olacak futbolda.
Basketbolda Alperen olmasa elde avuçta bir şeyimiz olmayacak. Yüzücü bir evladımız var Kuzey Tunçelli diye onu biliyoruz bir ikincisi yok maalesef. Atletizm deseniz ha-keza öyle. Jimnastikte Ferhat Arıcan olmasa yokuz. Mete Gazoz’umuz var okçulukta gururumuz ve eller cepte karizma atıcımız Yusuf Dikeç’imiz var. İşte hepsi bu kadar.
Sağdan say on kişi soldan say dokuz kişi bir eksik bir fazla hepsi bu. Bu ülkede spordan sorumlu kim varsa (ister seçilmiş olsun ister atanmış) bu ayıp yüzünden mahcup olması gerekirken maalesef kimse sorumluluğunu hissedip dört başı mâmur bir çözüm için çaba göstermiyor.
Böyle olunca da dünyanın geri kalanı ile aramızdaki mesafe her geçen takvim yılında daha da açılıyor. “Su akar Türk bakar” klişesini nasıl akan her akar suyun önüne bir baraj veya HES kurarak yerle bir ettiysek “Türk gençleri spordan uzak ve niteliksiz yetişiyor” söylemini tersine çevirmek için çaba göstermemiz gerekiyor. Hepimize bol ve bereketli bir 2025 yılı temennilerimizle,