İnşirah Suresi'nin 5. ayetinde Efendimiz'e hitapla 'Demek ki zorlukla beraber kolaylık vardır.' buyuruluyor. Bu ayet zorlukla kolaylığın aynı anda yaratıldığını ve zorluktan sonra mutlaka kolaylığın geldiğini bize gösteriyor ve bizi ümide yönlendiriyor.
İbni Arabi diyor ki; Fatiha Suresi’nde Allah, hamd alemlerin Rabbi Allah içindir dedikten sonra Rahman ve Rahim demiş, yani rahmeti öncelemiş ve ardından gazab ettiklerinin yoluna değil diyerek gazabı geri bırakmıştır. Varlığın ilk açılışında rahmet ve gazap geçmiştir dolayısıyla rahmet ağaçtan yemesi nedeniyle cezalandırılmadan önce Hz. Adem’e ulaşmıştır. Cezalandırıldıktan sonra da yine merhamet edilmiştir. Böylece Adem hakkında gazap bulunan iki rahmet gelmiştir. Bu iki rahmet birbirinin benzeri olduğu için karışmak istemişler. Birisi diğerine eklenmiş. Bu sayede aradaki gazap ortadan kaldırılmıştır. Nitekim bir şair aralarında güçlük bulunan iki kolaylık hakkında şöyle der, iş seni daralttığında biz senin göğsünü açmadık mı? ayeti üzerine düşün. İki kolaylık arasında bir güçlük vardır. Bunu hatırlayınca rahatlarsın. Surede güçlükle beraber kolaylık vardır ayeti iki kez tekrarlanmıştır. Buradan anlaşılıyor ki mutlaka zorluktan sonra kolaylık gelecektir. Mutlaka Allah teyit etmiştir. Mutlaka zorluktan sonra kolaylık gelecektir fakat kolaylığı görebilmek herkesin harcı değildir. Onu Allah’a rapt olan gönüller görür. Yoksa zorluğun peşine takılıp hakikati aramaktan uzaklaşırsak zorluk bizi nefsaniyet içine alır ve kendimizi suçlu görmeye başlarız veya kendimizi en zor durumda olan acınası bir varlık olarak görürüz. Bu iki hal de insanı Allah’tan uzaklaştıran hallerdir. Bu yüzden zorluklar önemlidir.
Allah buyuruyor ki; ‘İnsanları, Allah’a, Peygamber’e, ahiret gününe iman ettiklerini söylemekle bırakılmazlar. Türlü şekillerde imtihan olurlar. Hastalıklar, evlat kaybı vesaire gibi zorluklar ile tecrübe edilirler. Ta ki hakikaten doğru mudurlar yalancı mıdırlar ortaya çıksın diye. Bugün Türkiye’de olan durum da zorluktur fakat beraberinde kolaylığı getirir. Kolaylıkların en önemlisi halkın aynı sıkıntıyla birbirine bağlanması ve tek vücut olmasıdır. İnsanlar ancak koptukları ve bölündükleri zaman Allah sıkıntı ve zorlukları yollar ki birleşsinler, birlik olsunlar ve aynı acıyı paylaşsınlar diye. Bu yüzden de her şeyden mutlu olmanın ve şükretmenin yolunu mutlaka bulmamız lazım. Ayrıca hocam Kenan Er-Rıfai ‘Her şeyin kolaylık derecesi kıymetine göredir güçlüğü kıymetinin yüksekliğindendir, demiştir. Elbet o ihlası, o saflığı, o halisliği hasıl etmek kolay değildir. O yükseldikçe yani kamil insanın yakınlığına ulaşınca. En ciddi mihenk yokluk nispetindedir. Benliğinden ne ölçüde vazgeçersen yakınlığın o ölçüde olur.’ diyor. Bu konuda Hz. Mevlana zorluğun asıl olduğunu ve zorlukla Allah’a nasıl ulaşacağını Mesnevi’deki şu bölümde anlatıyor;
Her gün bir eve nasıl bir misafir gelirse, senin gönül evine de her an bir düşünce, aziz bir misafir gibi gelir, konar.
Ey benim canım efendim, sen düşünceyi, fikri bir adam farz et. Çünkü insan, düşünceyle insan sayılır, değerlenir, canlanır.
Gam düşüncesi, sevinç yolunu keserse, üzülme; çünkü o gam, senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.
Gönül dalındaki sararmış, kurumuş yaprakları ayırır, daldan yeni ve yeşil yapraklar bitmesine yardım eder.
Ötelerden yeni bir zevk gelsin diye, eski sevincin kökünü çeker çıkarır, kökünü kazır.
Üstü yapraklarla, kurumuş dallarla örtülü, yeni kökü bitirsin, çıkarsın diye gam çürümüş, pörsümüş olan eski kökü söker atar.
Gam gönlünden neyi döker, neyi sökerse, karşılık olarak gerçekten de daha iyisini getirir.
Hele gamın, gerçek inanç ehlinin kulu, kölesi olduğunu idrak eden kişiye, gam daha fazla lütuflarda, ihsanlarda bulunur.
Bulutlar, şimşekler aksilik yapmasalar, suratlarını asmasalar, gürlemeseler, ağlamasalar üzümler güneşin gülümsemesinden yanar, kavrulurlardı.
Kutluluk, kutsuzluk; neşe ve keder gelirler, gönüllerimize misafir olurlar. Bunlar yıldızlara benzerler, burçtan burca konarlar. Işıklarını evden eve gönderirler, saçarlar.
Saadet, mutluluk senin burcuna geldi, senin burcunda konakladı mı? Sen de onun gibi tatlılaş, çevikleş ki;
O ay ile buluşunca, gönül sultanına senin namına teşekkürlerini arz etsin.
Hz. Eyyüb, tam yedi yıl belaya sabretti, razı oldu. Allah’ın gönderdiği misafiri hoş tuttu.
O sert ve çirkin yüzlü bela, Hakk’ın huzuruna dönünce, Hz. Eyyüb’ün şikayetlerini, sızlanmalarını değil, yüzlerce çeşit şükürlerini Hakk’a arz ederdi.
Bela Cenab-ı Hakk’a maruzatta bulunur, derdi ki: “Ey Allah’ım! Ben Eyyüb’ün bütün sevdiklerini öldürdüğüm halde, senin emrinle o işleri yaptığım, onu çok hırpaladığım için sana olan sevgisinden ötürü, bir an yüzünü bile ekşitmedi.
Allah’a vefa gösterdi. Hakk’ın hikmetlerle dolu bilgisine ve takdirine inandı da, sızlanmaktan, şikayetten utandı. Başına gelen bela ile sütle bal gibi kaynaştı karıştı.”
Ey Hakk yolu yolcusu, şunu bil ki, gönüle her gün yeniden yeniye fikirler, üzüntüler gelir. Sen de onları güle güle karşıla.
Ey benim halıkım, yaratıcım, sen beni belanın şerrinden muhafaza et, fakat onun yüzünden gelecek lutuftan, ihsandan da beni mahrum etme.
Rabbim gördüğüm, uğradığım belalara karşı, lütfet de şükredeyim. Geçip gidince de neden şükretmedim diye hasret çekmeyeyim.
O ekşi, asık suratlı derdi hoş tut. O ekşiliği şeker gibi tatlı say.
Bulutunda görünüşte yüzü ekşidir. Ama çorak yerleri yok eder, oraları gül bahçeleri ile süsler.
Gam fikrini, kederi, üzüntüyü gelip geçici bir bulut gibi kabul et de, o asık suratlıya karşı, pek o kadar surat asma.
Belki de elde etmek için koşup durduğun o gevher, yani manevi saadet, onun elindedir.
Kederler, ızdıraplar, sana manevi inciler getirmese de, eli boş olarak senin karşına çıksalar bile, onlar senin tatlı huyunu arttırmış olurlar.
Bir başka yerde, bu sabır ve tahammül huyunun sana faydası dokunur. Beklemediğin bir sırada, bir gün dileğine kavuşursun.
Şunu iyi bil ki, senin sevinmene, gülmene mani olan kederler, ızdıraplar, kainatı yaratan, büyük bir san’at sahibinin emri ile, onun hikmeti ile gelmişlerdir.
Ey delikanlı, sana gelip çatana, bir musibet, bir felaket deme; belki de sana felaket gibi görünen bir mutluluk yıldızıdır.
Sen ızdırabı, bir cüz, bir fer sayma da hayatın bir aslı, esası olarak kabul et ve maksadına ulaş.
Sen ızdırabı hayatın aslı değil de, cüz’ü sayarsan, ızdırabı zararlı görürsen, gözünü asıl olana diker, onu bekler durursun. Halbuki;
Bekleyiş, tat bakımından zehirdir. Ateşten daha şiddetlidir, yakar yandırır. Bu yüzden sen daima her an ölür durursun, yanar yakılırsın.
Fakat sen ızdırabın bir alın yazısı olarak geldiğini ve hayatın aslı olduğunu kabul eder de, onu sevgi ile kucaklarsan, hem bekleyiş ateşinden kurtulursun, hem de huzura kavuşursun.[1]
Allah hepimize sıkıntıların içindeki kolaylıkları idrak edebilmeyi nasip etsin. Amin