Her yılın, ayın, haftanın, günün hatta yaşanan anların ayrı bir anlamı kalır zihnimizde.

Her yılın, ayın, haftanın, günün hatta yaşanan anların ayrı bir anlamı kalır zihnimizde. Çünkü zamanın da ruhu vardır. Sistematik döngü içinde yeniden yakaladığımız bu yaşam dilimlerinde bir önceki zamanın anılarını ararız.

Hayata anlam katmak ve hayatı kolaylaştırmak için zamanı bölüyoruz. Yıl uzun, hafta kısa olduğundan ayları daha çok kullanıyoruz. Barındırdıkları doğal olaylarla aylar, maddi hayatımız gibi ruh hayatımızda da farklı duygulara neden olur. Günlük hayatın rutini, ayların taşıdığı zamanın ruhuna erişmemizi engelliyor bazen. Oysaki her ayın insan ruhuna kattığı ayrı bir anlam vardır.

Mart, derin kış uykusunu geride bırakmak ister. Bazen kazma kürek yaktırsa da iç âlemden dış âleme doğru bir uyanıştır. Dünya bir doğum sancısı yaşar. Yer ve gök uykudan uyanmanın aşkıyla dönüşür ve mevsim, ölü kış duruşundan bahara döner usulca. Birkaç ay önce kuruyarak dalından kopan ve toprakla buluşan sonra da çürüyen yapraklar adeta yeniden fışkırır toprağın bağrından. Hem de yeni bir heyecanla. Tohumlar yeryüzünün insanlığa sunacağı envaiçeşit ürünler için toprakla buluşur ve bir gelişme, büyüme, boy gösterme sevdası başlar toprağın altında. Bedenler üşüyüp büzülse de ruh dünyası genişler, hayaller derinleşir.

Nisan, baharı getirir ve yeryüzü yeni bir âleme uyanır. Sanki ilk kez yeşerircesine bir gelin misali süslenir dünya. Yerin altındakiler, gün yüzüne çıkar da hasret kaldıkları ışığa kavuşur. Nisan, göklerden yerlere boşalan rahmettir. Tohumların filize dönüşmesi, koyu kışa inat ayakta kalan ağacın çiçeklerle süslenmesidir. Keşifler yapan zihinler uyanıktır, ruhlar aşkın peşindedir.

KUŞLAR GİDER

Mayıs’ta yerküre gibi gök kubbe de aydınlanır, renklenir. Hanımeli egemenliğindeki yeryüzünde canlılar ısınmaya başlar. Ekinler çiçeklere, meyveye dönüşür. Bülbül güle aşkını haykırırken ruh halimizde neşe hâkimdir.

Haziran’da yeşilin envai kokusu birbirine karışır ve dünya yeşil mavi bir topa dönüşür. Ihlamurlar öne çıkar. Bu güzelliklerin içinde çeşit çeşit canlılar uyanır ve tabiatın engin renklerine karışır. Ruh dünyamızda hayallerle gerçeklerin buluştuğu bir demdir bu.

Temmuz’da tenler kavrulmaya başlar. Serinliğe hasret bedenler arayışa girer. Kavun ve karpuz tadındaki etrafta her yer aydınlıktır. Işığın yansımadığı yer yoktur. Zihin ve ruh dünyamızın keşifleri hızlanırken tabiatla daha iç içe olmak ister insan.

Ağustos’ta bedenler alıştığı sıcakla gevşer biraz. Gelecek zor dönemin enerjisi depolanır. Mart yahut Nisan’da atılan aşk tohumları, iki gönlün birleşmesiyle evliliğe dönüşür.

Eylül, bir uyanma dönemidir uykudan. Ayva rayihaları etrafı sarmışken kalemler, defterler, çantalar hazırlanır ve okulların zili çalar. Eylül’de aşk da bir başkadır, beraberindeki acı ve hüzünler de… Ayrılık rüzgârları eser, yuvadan ilk ayrılışlar, ilk ağlayışlar belki de ilk kırıklıklar yaşanır. Ruhumuz, yalnızlığın ayak seslerini duyar. Kuşlar gider yuvalarından ve biz kalırız.

Ekim’de yeniden uyur sanki insan. Aylar önceki kavrulmasına inat, sıcağı ve denizin kokusunu aramaya başlar yeniden. Çürümeyi göze alan yapraklar yeniden uyanmak için ayrılmaya başlar dallarından ve yeşil örtü renk değiştirir yeniden. Zihinsel üretimimiz doruktadır.

Kasım’da tabiatın dönüşümü başlamış ve son baharın da sonu gelmiştir. Kara kış geliyorum demeye başlamıştır. Çürümüş yaprak kokusu dünyevi dönüşümü, yeniden doğmak için ölümü hatırlatır adeta. Bedendeki arızalar gibi ruhlardaki hazan da nükseder bu ayda.

İÇ ÂLEMDE SORGULAR

Aralık soğuktur, gevşeyen hücreler adeta içeriye çekilir, beden korumaya alır kendini. Dış mekânlardaki gösterişler kapalı mekânlara geçer. Sert rüzgârlar, yağışlar, yerkürenin zorluklarını yaşatır. Bedenimiz güneşten uzaklaşırken ruhumuzun ışığı da azalır ve iç âlemde derin düşünceler, sorgular yoğunlaşır. Yılın son ayı, tüm aylardaki koşuşturmaların finali, yeni yılın hazırlığını içerir.

Ocak’tan önce de beyaz örtü ile buluşmuş olabiliriz ama Ocak’taki ak örtü bir başkadır. Dönüşüm yorgunu yeryüzündeki kirlenmeyi alıp götüren ilahi bir örtü ve temizliktir bu. Yılın ilk ayı yeni bir başlangıçtır. Bedenler bir yıl daha yaşlanmanın yorgunluğu, ruhlar olgunlaşmanın yüküyle uyanıştadır.

Şubat’ta hâkim olan soğuğa inat iç âlem daha bir derinleşir. İnsanın daha çok kendisiyle olmayı istediği, çilehaneye yolcu olduğu, çatışmalarını sorguladığı, hayat rüyasından uyanma arayışıdır bu. Ve çabuk geçmesi istenen bu ay isteğe kulak verircesine kısa tutar kendisini.

Sonra yeniden Mart, Nisan, Mayıs… Ve zaman döngüsü devam eder. Bu döngünün sarsılmaz aktörü insanın yaşadığı aylardaki zamanın ruhuna uygun bir düşünce, ruh ve davranış içinde olması kaçınılmazdır.

Bu kısa zaman dilimleri ve onların bize yüklediği duygular ile kendimize daha bir yaklaşmamız gerekir. Varlıklar âlemindeki rolümüzü anlamak ve insanı çözmek için zamanın bize yaşattığı dönüşüm penceresinden bakabilmemiz önemlidir. Aksi halde her ayın bize ne söylediğinden habersiz olarak yıllar ve ömür gelir ve geçer.