Şikayet edecek bin tane dert varken havayı şikayet ederek sırtımda yük taşımam.
Hava çok soğuk.
Lapa lapa kar yağıyor.
Ben havadan kardan hiç şikayet etmem.
Şikayet edecek bin tane dert varken havayı şikayet ederek sırtımda yük taşımam.
Sıcak evi, üzerinde montu, paltosu, ayağında botu, eldiveni, şapkası olan ve dışarıda çalışmayan hiç kimsenin şikayetini de dinlemem.
Ve mutlaka bu karda kışta bir defa Beyoğlu'na giderim.
Evime yakın metro durağından metroya biniyorum. İstiklal Caddesi çıkışı Taksim'de iniyorum.
Metro kalabalık, herkes telaş içinde işine gücüne gidiyor.
İstiklal Caddesi’ndeyim.
Cadde çok sakin.
Sessiz ve sadakatle dostlarını bekler gibi.
Sessizliğe aşık olunur mu, ben çok aşığım.
Tam da işte, kış ayını ihbar eden karlar üzerimize yağarken iyi niyetli bu bembeyaz pamukları severim.
Yürüme zamanı.
Aslında İstanbul'un en romantik havasıdır ve romantizmin tam zamanıdır.
Üşümenin, yollara dikkat etmenin, kalabalık olmayan sakinliği, eskileri, yaşanmışlıkları, anıları düşünmenin tam zamanıdır.
İstiklal Caddesi’nde duymak istersen İstiklal Caddesi senfonisi çalar.
Yürümeye başlıyorum.
Sağda Fransız Konsolosluğu, biraz ileride en sevdiğim camilerden Hüseyin Ağa Cami, karşısında, yüzyılın baklavacısı tatlıcı, meşhur muhallebici ve biraz ileride yanında yüzyılın lokumcusu ve Beyoğlu çikolatası satan büfe.
Çiçek Pasajı'nın önünden geçiyorum, bomboş, o koridora kar yağıyor ve şahane görünüyor.
Solda St Antuan Katolik Kilisesi’nin önünden geçiyorum, içeriye duaya giren insanları görüyorum.
Gözümü gökyüzüne çeviriyorum.
Kocaman yüksek binalardan gökyüzü çok az görünüyor.
O binalar arasından düşen karın güzelliği, zarifliği inanılmaz.
Sanki gökyüzü bana hediye yolluyor gibi hissediyorum ve elimi açıyorum.
Kontrolsüz bir dua salgılıyor yüreğim.
Derin derin nefes alıyorum.
Sağda çok eski bir müzik evi var oraya giriyorum, Selda Bağcan çalıyor.
Öyle bir yerdeyim ki, öyle bir yerdeyim ki bir yanım mavi yosun dalgalanır sularda.
Avaz avaz eşlik etmek istiyorum, sessizce avaz avaz eşlik ediyorum.
Şahane söylüyor.
Sanki sesi ile bana sarılıyor zannediyorum ve çok aşık olduğum, vanilya kokulu adamla ortak tek bir şarkımız olmadığını anımsıyorum.
Olsun benim kendi şarkılarım var, olsun ben geçen zamanları iyi anımsıyorum.
Üzüldüğüm, çıkmazlara düştüğüm, üzücü geçen ayların, yılların ipini çoktan çekmişim, orada anlıyorum.
Hiçbir karara varamayacağım, hiçbir yargı yüklemeyeceğim bir aşk yaşamışım.
Beni hiç anlayamadı diye aklımdan geçiyor.
Benim yazamadığım sonları Allah yazmıştı.
Allah tek bir duruşması bile olmayan mahkeme kararını bir sabah elime tutuşturmuştu.
Çok ağlamıştım.
Gözyaşlarımın tuzunun tadını biliyorum, gözümden akan derenin aldığı yoldan, ağzıma ulaşan gözyaşlarımın tadını iyi biliyorum.
Bütün kötü anılarım kayıp, iyi anılarım ve onunla ilgili anlamlarım, tanıdık bir duygu gibi bir bir yüzümde geziniyor.
Kendimi daha güçlü, daha ayakları yere basan bir kadına bırakmışım.
Sen.
Sıcak bir merhametle kalmışsın kalbimde.
Karla arkadaşlık ede ede, düşüne düşüne, yüzüm üşüye üşüye Tünel'e kadar yürüyüşüm.
Geriye dönüp bakıyorum.
Derin derin nefes alıyorum.
Yoluma bıraktığım yerden devam ediyorum.
Ve.
Caddeyi kar beyazı ile karıştırarak kalbimin rengine göre boyamışım.
Hadi Funda, közde pişmiş Türk kahvesi zamanı.
Funda’nın aklındakiler…
... Yukarıda kar altında bir Beyoğlu gezimi anlattım.
Evet tüm ülkede kar yağıyor.
Öğle haber saatleri, ana haber bültenleri kar haberi ile ajanslarını açıyorlar.
Dertleri sadece İstanbul sanki.
Televizyonlar muhabirlerini İstanbul'un çeşitli bölgelerinde yolluyorlar.
Genelde kadın muhabirler oluyor.
Başları açık, saçlarının üzerine suratlarına kar yağarken bulundukları yerden, burunları kıpkırmızı üşüyerek kar durumunu bildiriyorlar.
Bu arada televizyonda altta bant geçiyor, "yoğun kar uyarısı, mega kent karlar altında, İstanbul’da kar sağanakları bekleniyor" yazıyor.
Ve ilk haber karda zincirleme trafik kazası diye açıyorlar.
Bunu neden yapıyorlar bilmiyorum.
Karda kişisel önlem alacağız ve uyarılara dikkat edeceğiz.
Ama insanın seyrederken moralini bozuyorsunuz.
Evdeyiz zaten, dünyanın sonu gelmiş gibi haber vermenin ne anlamı var arkadaş.
Çocukken kar yağdığında çok sevinirdik.
Zaten dert üstü murat üstü yaşayan insanlar değiliz, bu kar haberleri üstüne tuz biber ekiyor.
Barajlarda su yok kıyameti koparken, şimdilerde barajlar doldu taştı tehlikesi, sel tehlikesi var diye haber veriyorlar.
Yapmayın lütfen.
Kar yağıyor.
Barajlarımızda su dolu.
Ve bahar gelecek, yaz gelecek.
Bu kadar.
Funda'nın aklındakiler…
... Öğle saatlerinde Fox TV seyrediyorum.
Temizlik ve yemek yapıyorlar ve yarışıyorlar hafta sonu 15 bin TL ödül para kazanıyorlar.
Kadınlar, gittiği evde ellerinde ıslak mendil, lavaboların altına yatıyorlar, dolapların üzerine çıkıyorlar, kalorifer borularının aralarına ellerini sokuyorlar.
Ve çıkan pislikleri saklıyorlar.
Evdeki temizliği, sofradaki yemekleri yerden yere vuruyorlar.
Ne dediği belli olmayan insanlar birbirine demedik laf bırakmıyorlar.
Ev sahibi cevap verdiğinde, biz bu eve misafir geldik diyorlar.
İnsanların birbirine saygısızlık, hatta terbiyesizlik yaptığı bu programın ve diğerlerinin kime faydası var bilmiyorum.
Sonunda puan verecekler ve biri bu parayı kazanacak.
Ödül para için, misafir gittikleri evde yapmadıklarını, demediklerini bırakmıyorlar.
Bu bir yarışma dedirtmeyen, öylesine kaba bir hikaye oluşuyor ki.
Ben olsam dünya para verseler bu insanları evime sokmam.