Son üç yılda Batı ülkelerinde yabancı düşmanı hareketler güç kazanmaya devam ettiler. ABD'nin başında Müslümanların fişlenmesi gerektiğini söyleyen, 11 milyon yasadışı göçmenin sınır dışı edilmesini savunan bir başkan var. Avrupa'daki ayrılıkçı ve yabancı düşmanı hareketler de Donald Trump'ın ABD başkanlığını kendi yükselişlerine bir işaret olarak değerlendiriyorlar.
Avrupa'da da yabancı ve göçmen karşıtlığı güçleniyor. Uluslar ve Özgürlükler Avrupası Hareketi (MENL) Avusturya, Belçika, Fransa, İtalya ve Çek aşırı sağ partilerinin bir araya gelmesiyle kurulan bir organizasyon... Bu hareketin Avrupa Parlamentosu'nda oluşturduğu 40 civarı milletvekiline sahip ENF grubuna aslında hareketin üyesi olmayan Hollanda'dan PVV, Almanya'dan AfD ve Polonya'dan KNP partileri de katıldılar.
Geçen aralık ayında Uluslar ve Özgürlükler Avrupası Hareketinin temsilcileri Çek partisi SPD'nin lideri Tomio Okamura’nın ev sahipliğini üstlendiği bir konferansta buluştu. Toplantıda Fransız Ulusal Cephe (FN) lideri Marine Le Pen bugünkü AB yerine yeni bir birliğin oluşturulmasını, bunun Avrupa'daki "hakim ulusların birliği" olması gerektiğini söyledi. Hollanda Özgürlük Partisi'nin (PVV) lideri Geert Wilders ise "iktidarımızın gecikmeyeceğini umuyorum... Bugün etkimiz her zamankinden fazla" yorumunu yaptı.
Gerçekten de Avrupa ülkelerinde yabancı düşmanı partiler son üç yılda gerçekleşen seçimlerde oylarını hatırı sayılır ölçüde arttırdılar.
Fransa'da Ulusal Cephe (FN) partisinin oy oranı yüzde 25'e ulaştı. Ülkede 2017 başındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde merkez sağ ve sol partiler çökerken Marine Le Pen 11 milyon oy almıştı. Le Pen seçim kampanyasında Fransız vatandaşlığını kazanmada ülke topraklarında doğma, aile birleşimi gibi uygulamaların kaldırılmasını savunmuştu. Ayrıca fundamentalistlere ait cami ve dernekleri kapatacağını vaat etmişti. Le Pen AB’nin hegemonyasına, neoliberalizme karşı çıkan partilerin başarılı olacağına inandığını söylerken Donald Trump’ın seçim başarısını da övmüştü.
Partisi Hollanda genel seçimlerinde yüzde 13.1 oy alan Geert Wilders ise siyasi amacını "İslamlaşmayı bir an önce durdurmak" olarak açıklamıştı. Wilders daha önce de tüm camilerin ve İslami okulların kapatılmasını savunmuştu.
2017'nin ekim ayında yüzde 10,64 gibi yüksek bir oy oranıyla Çek parlamentosuna giren Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Partisi (SPD) lideri Okamura seçim kampanyasında neredeyse sadece göçmen ve mülteciler konusunu işledi.
Kampanya sırasında "İslam'a hayır, teröriste hayır... Bu ülkeye yabancıların gelmesine asla izin vermeyeceğiz... Camilerin etrafında domuz gezdirin ve kebap yemeyin" diyen Okamura gerçekte Japon asıllı biri...
Sonbahardaki Çekya seçimlerinde tarzı ve iş adamlığından dolayı Donald Trump'a benzetilen Babiş'in Gayrimemnun Vatandaşlar Partisi (ANO) oyların yüzde 29.6'sını alarak birinci parti oldu. Babiş çoğu açıdan Okamura'nın yaklaşımlarına uzak birisi değil...
Avusturya'daki seçime sığınmacı karşıtı gündem damga vurdu. Avusturya Halk Partisi (ÖVP) lideri Sebastian Kurz faşist bir söylemle birinci oldu. Hatta faşist Avusturya Özgürlükçü Partisi (FPÖ) lideri Heinz-Christian Strache kendi politikalarını çalmakla suçladığı Kurz'a "taklitçi" dedi. Sonuçta koalisyon hükümeti kurmak için yedi hafta müzakere yürüten muhafazakar (ÖVP) ile faşist Avusturya Özgürlükçü Partisi (FPÖ) anlaştı.
Sonuçta geleneksel partilerin güç yitirmesi eski tezlerin rağbet görmediğini gösteriyor. Bu tabloya yol açan şeyse mültecilere yönelik sağlıklı politikaların geliştirilememesi... Ve Avrupa Birliği'nin her şeyden önce göçe kaynaklık eden Ortadoğu'ya bir barış planı sunması gerekiyor.