ORTADOĞU TRAJEDİSİ NASIL BAŞLADI

Hasan KÖNİ 09 Tem 2016

Hasan KÖNİ
Tüm Yazıları
1993 yılında Saddam Irak'ta Batı koalisyonu tarafından dövüldükten sonra Ortadoğu barış görüşmeleri İsrail ile Araplar arasında bütün hızıyla devam etti. İlk başarılardan biri 1994 yılında Ürdün'le yapılan barış anlaşması idi.

1993 yılında Saddam Irak’ta Batı koalisyonu tarafından dövüldükten sonra Ortadoğu barış görüşmeleri İsrail ile Araplar arasında bütün hızıyla devam etti. İlk başarılardan biri 1994 yılında Ürdün’le yapılan barış anlaşması idi. Ancak, gelişen olaylar 2000’li yılların başında  bir sonuca ulaşamadı.

Amerika’daki belli lobilere bağlı  düşünce kuruluşları Yeni Muhafazakarların(NEO,CON) yönetimi altında yeni bir Ortadoğu müdahalesi planladılar. En kolay hedef gene Saddam’dı. Amerika’da George Bush’un başkan olması ve Tony Blair’in İngiltere’de başbakanlığa gelmesi işlerine yaradı. Irak’a yapılacak operasyon için meşru bir neden bulunması gerekiyordu. Birden hatırlarına bir ara ,1980’lerde Saddam uranyum zenginleştirme tesisinin İsrail tarafından bombalanması geldi. Saddam yasaklanmış kitle imha silahları yapıyor olabilirdi. Batının dev propaganda sistemi ile şeytanlaştırma işlemi başladı.

28 Ocak 2003 yılında Başkan Bush şunları söyledi; İngiliz hükümetinin bildirdiğine göre Saddam Afrika’daki bir devletten önemli miktarda uranyum aldı. ‘Saddam’ın uranyum aldığı iddia edilen devlet Nijerya idi. Devrin CİA Başkanı George Tenet böyle bir bilginin geldiğini ancak henüz araştırılma aşamasında olduğunu ve bu bilginin Başkan’ın konuşmasında yer almaması gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine Tony Blair bu bilginin dış kaynaklardan gelen yanlış bir bigi olduğunu söyledi. İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw İngiliz Dışişleri Komitesi önünde verdiği ifadede bu bilginin gözden geçirilmekte olduğunu ve CİA’ye böyle bir bilgi aktarılmadığını söyledi. Sonradan bu bilginin  Uluslararası Atom Ajansı’na  ulaştığı ve uydurma bir bilgi olduğunun anlaşıldığı belirtildi. Tony Blair bütün bu gelişmelere karşın Butler İnceleme Komitesi önünde Saddam’ın Afrika’da uranyum aradığına inandığını belirtmişti.

Tony Blair, Irak hususunda ikinci hamlesini İngiliz Parlamentosunda Saddam’ın 45 dakikada İngiliz  güçlerine karşı kitle imha silahları kullanabileceğini söyleyerek  yapmıştı. İngiliz parlamentosu Mart 2003’de Irak’ın işgali konusunda olumlu oy kullandı. Ancak bu dönemde gelişen bir olay İngiliz kamu oyunu ayağa kaldırdı. Gazeteci Andrew Gillian İngilizlerin BBC’de yaptığı bir konuşmada bir kaynağa dayanarak Blair’in Irak dosyasındaki tehditleri abarttığını ve Irak’ta kitle imha silahı bulunmadığını söyledi. Gillian’ın kaynağı İngiliz Savunma Bakanlığı silahlanma uzmanı Dr.David Kelly idi. Kendisi Irak’ta uzun zaman araştırmalar yapmıştı. Kelly İngiliz parlamentosu önünde ifadeye çağrıldı ve sorgulandı. David Kelly bu sorgulamadan kırksekiz saat sonra evinin yakınındaki  ağaçlık alanda ölü olarak bulundu ve intihar ettiği söylendi. O dönem kapatılan bu soruşturma 2010 yılında yeniden açıldı. Kelly en son 17 Temmuz 2003’de arkadaşı Judith Miller’e gönderdiği bir notta olayın arkasında karanlık güçler var demişti. Bu onun son mesajı oldu.

Irak işgalini meşrulaştırma olayının bir de uluslararası hukuk tarafı var. İşgalden bir yıl önce George Bush’un adıyla anılan yeni bir doktrin ortaya kondu. Doktrinin adı “önleyici meşru müdafaa doktrini’idi. Bu doktrine göre düşman ülkenin kitle imha silahlarını kullanıp binlerce insanın öldürmesinde önce ‘barışçı’ devlet bu ülkeye müdahale ederek katliamları önleyecekti. İngilizlerden sonra devreye Amerikan Dışişleri Bakanlığı girdi ve bir dönemin çok kıymetli generali Colin Powell elindeki belgeleri Birleşmiş Milletler önünde göstererek Irak’ta kitle imha silahlarının varlığını açıklamaya çalıştı.

Bu gelişmelerden sonra bir de tehdit geldi; ‘Bizden yana olmayanlar karşımızdadır’. Bu tehditten sonra orta boy müttefik ülkelerin dayanma gücü zaten kalmamıştı. Irak işgal edildi. Batılı ülkeleri bilen kimseleri şaşırtan olay, bu kadar iyi eğitilmiş, üniversitelerine gitmek için sıra beklenen ve Batı tipi demokrasinin temelini oluşturan bu ülkelerin para ve lobiler karşısındaki zayıflığı ve Ortadoğu’da hata üzerine hata işlemeleridir. Bu gelişmelerin diğer önemli bir yanı kendi kurdukları Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde hataları yüzünden hiçbir Batılı liderin yargılanmamasıdır. O halde hata yapmaktan, savaş suçu işlemekten kimse korkmayacaktır. Afrika liderleri hariç.