HATIRLAYANLAR UNUTANLARA HATIRLATSIN

Alican DEĞER 11 Tem 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Hafıza-i beşer, nisyanla malüldür. Yani insan hafızası unutkanlık ile sakatlanmıştır. Veya daha kısa anlatımı, 'İnsan unutur'. Evet, "Bunu biliyoruz" diyeceksiniz. Sözü biliyorsunuz da unutkanlığımızın nelere mal olduğunu da biliyor musunuz?

Hafıza-i beşer, nisyanla malüldür. Yani insan hafızası unutkanlık ile sakatlanmıştır. Veya daha kısa anlatımı, ‘İnsan unutur’. Evet, “Bunu biliyoruz” diyeceksiniz. Sözü biliyorsunuz da unutkanlığımızın nelere mal olduğunu da biliyor musunuz? Son günlerde kafayı toplum şekillendirme üzerine taktım. Kitleler nasıl biçimlendirilir. İnsanlar karar verirken, ne düşünür, nelerden etkilenir? Sonraki adım ise bu düşünceler havada kalmasın diye, somut olaylara değinmekti. Doğal olarak kendi yaşam döngüm içindeki olaylardan hareket ettim. Hem kendim, hem de ülkem için  hatırladığım önemli ilk olayla başladım. 12 Eylül. Bu darbe bildiğiniz bir toplumsal mühendislikti. Tohumlarının atılışı, hazırlanması, kısacası öncesi ve sonrasıyla.

Nice fidanlar kırıldı bu yolda. Nice genç sürgünler yok edildi. Sonra Demirel’in dediği gibi: “11 Eylül ile 12 Eylül arasında sokaktaki asker sayısı mı değişti de herşey bir anda durdu.” Sonrasında ise bugün neredeyse tüm tartışmalarımızın odağında olan Anayasa’nın kabul edildiği referandum. Açıkça söylemeliyim ki o anayasa meşru falan değildi. Öncelikle, öncesinde toplum maniple edilmişti. Her köşede silahlı insanlar bekliyordu. ‘Vur’ yetkisi olan. Ve oylama da hiç de adil değildi. Çok net hatırlıyorum. Bir gazete haberi mealen şöyleydi: “Bir terörist hareket başlamıştı. Bu teröristler, güya bir bayram tebriği hazırlamış. Tebrik bildiğiniz bayram tebrik kartı. Ama imza kısmında, yani yollayan olarak “A. Hayır” diye imza atmış. Yani Anayasaya hayır diyorlarmış.” İşte böyle bir ortamda referandum yapıldı. İşte böyle bir ortamda diktatör Kenan Evren cumhurbaşkanı seçildi. İşte böyle bir ortamda Milli Güvenlik Kurulu meşrulaştı. İşte böyle bir ortamda Anayasa’ya geçici 15’inci madde eklendi. Bakmayın yüzde 90 küsur evet oyu çıktığına. Hayır demenin yasak olduğu ortamda düşük bile. Şimdinin demokrasi kahramanları, o zaman darbeye methiyeler düzüyorlardı. Şimdi hatırlamak istemiyorlar. Kenan Evren bile bu durumla sinirlenip, kitap yazdırmıştı “O zaman ne dediler, şimdi ne diyorlar” diye. İsteyen olursa kütüphanemde duruyor. Alıntılarım, herkes utanır. Kimse nisyana güvenmesin. 

Toplum bir hamur. Yoğur yoğurabildiğin kadar.

“İnsanlar nasıl karar verir?” dedik ya? Soruyu şöyle de sorabiliriz: “İnsanların kararı nasıl maniple edilebilir?” Bu konuda öncelikle insan davranışlarını belirleyen nedenlere girmemiz lazım. Bu konudaki en ünlü çalışma Amerikalı Psikolog Abraham Maslow’a ait. Yani onun “İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisi” Maslow’un teorisi 1943 yılında yayınlandı. Maslow’a göre: “İnsanlar belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girerler. Bireyin kişilik gelişimi, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlenir.” Karışık bir cümle. Biraz açıyım:

Maslow, insan ihtiyaçlarını şu şekilde sıralar.

  1. Fizyolojik gereksinimler (Nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)

  2. Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği)

  3. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)

  4. Saygınlık gereksinimi (Kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)

  5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma, gerçeklerin kabulü)

İşte işin temeli bu sıralama. Kendi hayatında 1 numaları ihtiyaçları karşılayamayan bir kişi 2 numaradaki ihtiyaçları talep edemez. Veya 1 ve 2 numarada sıralananlar eksikse 3 numara olamaz. Bu böyle gidiyor. Anca ilk üçtekilere sahip olanlar, dördüncü sıradaki “Saygınlık gereksinimine” ulaşabiliyor.

  1.  

Maslow'a göre birey hangi katagorideki ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorsa seçimleri de ona göre şekilleniyor. Yani bir toplumun istediğiniz tepkileri verebilmesi için öncelikle alt kategorilerdeki ihtiyaçlara ulaşmasını engellersiniz. Güvenliği yoksa, sevgi ve saygınlık talep etmez. Ama gıdası yoksa, güvenlik bile o an için önemli değildir. O yüzden bir çok diktatör gıdayı kesmekte zorlanacakları için, iki numaralı ihtiyaçlara oynar. Güvenlik çok önemlidir. Sürekli düşman yaratmak gerekir. 1984 romanındaki bitmeyen savaş gibi. 2 numaralı ihtiyaçlar da bir türlü sağlanamadığı için kimsenin diğer numaralardakileri talep etmemesi sağlanır.

Bile bile yalan söylediler

Toplumlar, ne kadar gelişmiş olurlarsa olsunlar, yukarıda sıraladığım ihtiyaçlardan 1 ve 2 numaralardakilerden herhangi birinin eksilme olasılığı görüldüğünde şekillendirilebiliyor. Neden bunu söyledim? Çünkü İngiltere’de yayınlanan bir rapor ile Amerika ve İngiltere’nin nasıl açıkça yalan söyleyerek toplumlarını ve dünyayı Irak’ın işgaline hazırladıkları ortaya çıktı. Evet açıkça yalan söylemişlerdi. Koca koca başkanlar, başbakanlar, savunma bakanları, genel kurmay başkanları, “Irak’ta kitle imha silahı var” yalanıyla milyonlarca kişinin ölümüne yol açmışlardı.

Niye böylesi bir yalanı attılar? Çünkü biliyorlardı ki, eğer Saddam’ın elinde kitle imha silahı, yani kimyasal veya biyolojik silahlar varsa, kendi toplumları, güvende hissetmeyecekti. Bunu yeterince tekrarlarlarsa, korkacaktı. Savaş istiyorlardı. Bunun yolu da kendi toplumlarını ve dünyayı korkutmaktı. Başardılar. Şimdi bakmayın “Tarihimizde kara bir lekedir” yolundaki açıklamalarına. Hiç de pişman değiller. Sadece pişkinler. Orada ölen her bir kişinin, Amerikan deniz piyadesinin, İngiliz askerinin, Iraklı çocuğun kanları ellerine bulaşmış durumda. İşçi Partili, güya solcu Blair ile Cumhuriyetçi yani sağcı Bush’un ortak yalanları hem dünyaya, hem de bize büyük zararlar verdi. En büyük tesellim, O dönemde TBMM’nin verdiği karar.