DERDİ DÜNYA OLANIN DÜNYA KADAR DERDİ OLUR

Alican DEĞER 13 Tem 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Gazeteleri okudum. Belki vardı da ben göremedim. Veya mesleki yetersizlik olarak değerlendiremedim.

Gazeteleri okudum. Belki vardı da ben göremedim. Veya mesleki yetersizlik olarak değerlendiremedim. Her neyse ne. Sonuçta üzerine yazı yazabileceğim ciddiyette birşeyler bulamadım. Hani köşenin “İlk yazısıdır, biraz ağır takılalım. Sonrasında rahatlatıcı şeylere geçeriz” falan dedim ama… Olmadı bir türlü işte. İstanbul trafiği bile hala bomboş. Yani dünya kimsenin umurunda değil. Bizim mesleğimizin temeli ise, dünya için tasalanmak. Sait Faik’in bir hikayesini hatıradım. Kelimesi kelimesine değil ama aklımda kaldığı kadar aktarıyım: Sait Faik bir gece Burgaz Ada sahilinde oturur. Denizi dinler. Denizden kahkaha sesleri gelmektedir. Mutluluk dolu kahkahalar. Düşünmeye başlar, “Bu kahkaha sesleri balıkçılardan geliyor. Belli ki av iyi geçmiş. Ama bunlar karda kışta balığa çıkarlar ve anca 10 seferden birinde iyi balık yakalarlar. Ona rağmen çok mutlular. Ben ise bir yazarım. durumum da iyi. Ama onlar kadar mutlu olamıyorum. Neden acaba?” Bir paragraf sonra kendi sorduğu sorunun cevabını kendi verir: “Çünkü, derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.” Çünkü, hayat nereden baktığınla ilgilidir aslında. Kimi bir ekmek alabildiği için çok mutlu olur, kimi yat alamadığı için mutsuz. Önemli olan nereye varmak istediğiniz. Mutluluğa mı, mal sahibi olmaya mı?

Acemiler için dizi aşkları rehberi

Dizi veya film oyuncuları neden birbirlerine aşık olur? Gün geçmiyor ki böyle bir haber okuyalım. Eh, halkımız da dizileri ve oyuncuları hakkında haberleri çok sevdiğine göre, bir anlamda halka hizmet etmiş oluruz yani. Bir dizi yapımcısı arkadaşım vardı. Gerçi hala dizi yapımcısı ve arkadaşım, ama geçmiş zamanki bir konuşmayı aktaracağım için böyle dedim. Neyse bu arkadaşımın işinin bir bölümü dizisinde birbirine aşık iki kişiyi canlandıran başrol oyuncularının gerçekten birbirine aşık olmasını sağlamaya çalışmaktı. Diyeceksiniz ki: “Manyak mı? Ona ne.” Öyle demeyin bu işin en önemli kısmı. Çünkü bizim oyuncuların kalibresi belli. Mış gibi yapamıyorlar. Mimik desen yok. Duygu aktarımı yok. O yüzden eğer aşığı oynamak istiyorsa mecburen aşık olacak. Ya da en azından ufak tefek bir kaç kaçamak.

Bir de oyuncular üzerinde mesai saatlerinin baskısı var. Düşünsenize genç insanları bir sete kapatıp haftanın 7 günü dolap beygiri gibi çalıştırıyorsunuz. Birbirlerinden başkasını görmüyorlar. Eh sinema-dizi sektöründeki kast sistemi belli. Baş rol oyuncusu, figürana aşık olacak değil ya. O da gidip diğer başrol oyuncusuna aşık oluyor. Bunların yanısıra, halkım gerçekten aşk hikayelerini seviyor. Bunu bilen yapımcılar da bu tür haberler çıkartıyor. Doğru olsun olmasın. Amaç reklamın yapılması. Halkım, sevdiği dizide birbirine çılgınca aşık iki oyuncunun, gerçek hayatta da birbirlerini sevdiklerini okuyunca diziye daha bir sahipleniyor. Doğal olarak dizi bitince aşk da bitiyor zannediyorsunuz. Ama zaten hiç başlamamış olduğu için sorun yok. Bütün aşklar böyledir demiyorum. Ama genellikle durum bu. Şimdi bu tür haberleri bir de bu bilgilerle okuyun bakalım.

Nedir bu kızların analarından çektiği?

Gazetelerin en sevdiğim yerleri okuyucuların özel hayatları ile ilgili sorular sorup cevap aldıkları köşeler. Bizde eksikliği hissediliyor. Sayın Özgürel ve Sarıkaya bu konuyla ilgilenmeliler bence. Neyse Türk basınında bu tür köşeler fazla ama benim en sevdiğim Güzin Abla. Günlük siyasi yazıları okuduktan sonra üzerine bir Güzin Abla okursam cila gibi geliyor. Sanki siyasetin o ağır havasını dağıtıyor. Okuma nedenim, insanların özel hayatını merak değil. Aslında halkımızın rumuzlar altında da olsa gerçek hayatını yansıtması. Son okuduklarımdan biri şöyle: Mektup yazan ablamız; 18 yaşında ailesinin karşı çıkmasına rağmen evlenmiş. 12 yıl evli kalmış. Şimdi 38 yaşında. Sonra ayrılmış. Üzerine bir kez daha evlenmiş, ondan da boşanmış. Şu anda ise kendinden 5 yaş küçük bir erkek ile birlikteymiş. Adam evli ve çocukluymuş ama boşanmak üzereymiş. İnanın bu bölüme kadar “Bana ne özel hayatı” dedirtecek kısım. Bundan sonrası sosyolojik bir inceleme alanı. Adam da kendisini seviyormuş. Ancak en büyük sorun. Bu kadar olayın içinde yani… Kızımızın annesinin bu yeni ilişkiye karşı koymasıymış. Anne, 38 yaşında çocuklu, iki evlilik geçirmiş kızının ilişkisine karşıymış. Ve kızımız bu engeli aşamıyormuş. Çaresiz kalmış, gazeteye mektup yazmış. Allahım nedir bu kızların anneleriyle olan bağları? Ben anlayamıyorum. Bu etkisi vardı ise neden önce devreye girmedi? Eğer gerçekten var ise, bu nasıl etkidir ki hiç bitmiyor? Zannederim anne ve kızlar arasındaki  bu bağı ancak anne veya kız olanlar anlayabilir. Herhalde her anne, kızı olduğu an bu bağı oluşturmaya başlıyor ve kızı da genetiksel olarak kendi kızına aktarıyor. En azından Türk tipi ailede.