Yıllardan beri, ha bugün, ha yarın, olacak diye şehir efsanesine dönüştürülen, beklenen büyük İstanbul depremi, nedense bu yıl gündeme getirilen Kanal İstanbul ile daha fazla konuşulur oldu.
Zor dostum zor. Yaşam sayfalarımız arasına zoraki sıkıştırdığımız bu son yazılanlar gibi başka şeyler yazacak mıyız bilinmez ama, bir daha yaşamak istemediklerimiz bunlar olsa gerek. 2020 yılının son dört ayına giriyoruz. Bu yıl yaşadıklarımızı anımsamak istersek pek de iç açıcı şeylerden söz edemediğimizi görebiliriz.
Yıllardan beri, ha bugün, ha yarın, olacak diye şehir efsanesine dönüştürülen, beklenen büyük İstanbul depremi, nedense bu yıl gündeme getirilen Kanal İstanbul ile daha fazla konuşulur oldu.
İstanbul bu büyük depreme ne kadar hazırdır?
Bilindiği gibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yaptığı Deprem Şurası sonrasında başlattığı çalışmalarını hızla sürdürüyor. Bu konudaki en önemli çalışması, İstanbul’un tüm ilçeleri ve mahallelerini kapsayan Deprem Risk Haritası’nın çıkarılmış olması, depremde etkilenecek bölgeler ve oralardaki riskli binalarının incelenmesi çalışmasıdır. Ayrıca 1999, 17 Ağustos Marmara Depremi sonrasında planlanmış olan deprem toplanma alanlarının yenilenmesi ve sayısal olarak arttırılması konusunda yapılan çalışmalardır.
2020’nin gündem birinci sırasındaki büyük İstanbul depremi konusu kafalardaki en önemli sorunlarındandır.
2020’den söz ederken akıllarda olan bir başka sorun var ki bu yıl daha da öne çıkmıştır. Her yıl artan yoğunlukta sözü edilir ve ancak hiçbir zaman tam olarak çözüm bulunamayan, toplum olarak bir süre şikayetlendiğimiz, daha sonraları ise alıştığımız ve bağışıklık kazandığımız, var olan şartlarda yaşamımızı sürdürmeye çalıştığımız, yerleşik ekonomik durumumuzun yarattığı, darboğazın baskısı ve dayanılmaz hale gelen geçim sıkıntısıdır.
2020’de bu ve benzeri olumsuzluklarla boğuşurken hiç de beklemediğimiz bir başka dert tüm yaşadıklarımızı unuturdu. Yılbaşında Çin’de başlayıp hızla yakın ülkelere, daha sonra hızla Avrupa’ya sıçrayarak yayılan koronavirüs salgını, mart ayının başında ülkemizde de kendini gösterdi. Özellikle Mart ve Nisan ayında vaka sayısının binli rakamların, vefat sayısının ise yüzlü rakamların üzerine çıktığı bir duruma dönüştü. İlk vaka ve vefat olayının göründüğü 11 Mart’tan bu yana 2020 yılını tam kabusa dönüştürdü.
Tüm dünyada hızla artan, milyonlarla telaffuz edilen vaka sayısı, yarım milyona yaklaşan vefat sayısı ile 2020 yılının unutulmazı oldu.
Mart ayı itibarı ile ülkemizde de kendini gösteren koronavirüs salgını yaşadığımız birçok şeyi unutturdu. Vaka sayısı hızla arttı, İstanbul başta olmak üzere tüm büyük şehirlere ve daha sonra tüm bölgelere yayıldı.
Bu günlerde salgında durum nedir belli değil. Bir tarafta; pandeminin yaşattığı iyice karmaşıklaşan ve tüm planların alt üst olduğu, dayanılmaz yaşam şartları, diğer tarafta ise; o zor şartlarda geçinebilme zorlukları. Ve süresi ve sonu pek de belli olmayan bu salgın döneminde yapılacakların iyice imkansızlaştığı bir dönemden geçiyoruz.
Sorun sadece pandemi mi? Nereden bakarsanız bakın işimiz oldukça zor.
BİR TUTAM TEBESSÜM
BEN POLİSİ BEKLEYECEĞİM
Bir kadın ve adam arabalarıyla giderken yolda çarpışırlar.
Her ikisinin de arabasında hasar vardır. Ama şans eseri ikisi de
yara almadan kurtulmuşlardır. Arabalarında sürünerek çıkarlar, Kadın adama bakıp;
- “Çok ilginç. Sen erkeksin ben kadın. Arabalarımız mahvoldu ama, ikimiz de yaralanmadan kurtulduk. Bu belki de, tanışıp, dost olup, huzur içide birlikte
yaşamamız için bir işarettir” der.
Müthiş heyecenlanan adam;
- “Evet galiba haklısın” diye yanıt verir şaşkınlıkla. Kadın;
- “Bak arabam hurdaya döndü ama bagajımdaki bir şişe şarap sapasağlam. Bu kesin bir işaret. Şarabımızı içip bunu kutlamalıyız” der ve şarap şişesini adama uzatır.
Adam şişeyi alıp, açar ve yarısını içip kadına verir.
Kadın şişenin mantarını kapatıp şişeyi adama geri verir. Adam kadına sorar;
- “Sen içmeyecek misin?”
Kadın;
- “Hayır, ben polisi bekleyeceğim!”