Eğitimin iyileştirilmesinin ülkemizdeki problemlere çözüm olacağına inanan birçok insan var. Bu fikre katılmakla birlikte en az eğitim kadar kıymetli bir konunun olduğunu düşünüyorum: Kadınlar!
Ülkemizde bir kız çocuğu doğduğundan itibaren -her bebek gibi- derin bir sevgi ve ilgi ihtiyacı içerisindedir. Bu koşulsuz sevgiyi ve kabullenmeyi ona verecek ilk kişi yine bir kadın olan annesidir. Annenin bebeğe ihtiyacını vermesi annenin kendi sevgi depolarının dolu olmasına bağlıdır. Kendisini değersiz hisseden, depresif bir kadın ne yazık ki kendinde olmayanı bebeğine veremez. Biz yine de şimdilik ilk iki sene annenin bu sevgiyi ve ilgiyi ona verdiğini varsayalım -ki bunun ayrıntılarına başka bir zaman değineceğim-. Sonra bebek büyür ve gelir 3-4 yaşlarına, yani artık cinsiyetinin “kız” olduğunu fark ettiği ve cinsel meraklarının başladığı yaşlara… Çocuk bu merak ile beraber kendisini bu bağlamda ifade etmek ister. Bu durum kendi cinsiyetinin ve kimliğinin tanımlanması ve sağlamlaşması için büyük önem taşır. Çocuk kendisini ifade etmeye çalışırken onun utandırılması, reddedilmesi veya cezalandırılması onun incinmesine yol açar. Hem cinsel olarak geriye çekilir, cinsiyetinden utanır. Hem de ileriki hayatında girişim yapmaya, üretken adımlar atmaya çekinir.
Küçük çocuklar aşk ve cinselliği bütünsel olarak algılarlar. Ebeveynlerine olan sevgilerini bütün bedenleriyle bütüncül olarak deneyimlerler. Kültürümüzde kız çocuklarında 3-4 yaşlarında gelişen cinsel meraklar hoş görülmez, ancak sevgi ifadeleri desteklenir. Bu tür tepkiler çocukların cinsellik ile sevgi ifadelerini keskin bir şekilde bölmelerine yol açar. Özellikle de kız çocuklarının… Erkek çocuklar ise pipisi dışarda gezer ve erillikleri yüceltilir. Cinsel merakları bıyık altından gülerek karşılanır. Erkek çocuklar annelerinin göğüslerine ellemek istediklerinde anne kıkırdayarak “ay olmaz öyle şey” diyebilir. Bu da erkeklerin ileriki yaşlarda fiziksel olarak beğendiği her kadını potansiyel sevgili olarak görmesine ve süzgeçten geçirmeden cinsellik bağlamında bakmasına yol açar. Sonuç olarak kadınlar iş yerlerinde, sosyal ortamlarında hoş olmayan bakışlara, davranışlara maruz kalır.
Ergenlik döneminde ise kız çocuklarının cinsel gelişimleri tamamen görmezden gelinebilir, reddedilebilir, aşağılanabilir veya tiksinilecek bir şey olarak görülebilir. Özellikle babalar ergenlik çağındaki kızlarının fiziksel değişimlerine ve kadınlığa geçiş dönemindeki değişimlerine adapte olmakta zorlanabilirler. Hatta daha da ileri gidip onların diğer erkeklere ilgi göstermesine kıskanıp tepki gösterebilirler. Kendileri cinsel olarak gelişirken babalarının bir anda geri çekilmesi genç kızlarda büyük bir incinmeye ve cinsellikten tiksinmeye sebep olur. Buna ek olarak kendi bedenlerinden utanç duyarlar. Sonrasında bu durum bedeni ile bağlantı kuramayan, kendisini bir “kadın” olarak göremeyen, ruhsal olarak küçük bir kız çocuğu olarak kalan sözde yetişkinlerin varlığına yol açar.
Haliyle, ileri zamanlarda bir erkekle düzenli bir ilişki içerisinde olduklarında cinsel olarak isteksiz olabilirler. Deneyimlerime dayanarak ülkemiz erkeklerinin –özellikle evlilik içerisinde- cinsel hayatlarından tatmin olmadıklarını söyleyebilirim. Özellikle kadınlar aşk ve cinselliği ayırdıkları için sevgiyi ve evliliği romantize ederler. Cinsellikleri ile bağlantıları yoktur veya azdır. İlişkinin başlarında cinsel uyarımları olsa da ilişki derinleştikçe ve çift aile olunca cinsel istekleri azalır.
Bir diğer konu da hem kız çocuğundan hem erkek çocuğundan sistemin getirmiş olduğu cinsiyet rollerine uymalarının beklenmesidir. Çocuğa ailesinin verdiği programa uymasına göre sevgi ve ilgi verilirse çocuk da ileride kendi değerini kendi performansı üzerinden değerlendirir -ki bence bu hem kızlar hem erkekler için benzerdir-. Aynı şekilde partnerini seçerken ilişkinin derinliğinden ve partnerinin ruhsal dünyasının sağlıklı olup olmamasından ziyade yüzeysel imaja bakar. Bu çok tehlikelidir. Hatta bence günümüz boşanmalarının en önemli sebeplerinden biri budur. Özellikle muhafazakâr yapıdaki aileler çocuklarının evliliğinde daha etkindir. Damat veya gelin adayının dini kriterleri görüntüde karşılaması ve ailelerin sosyo-ekonomik uyumu seçimlerde büyük rol oynar. Fakat sözünde durma, sadakat, saygı, sevgi gibi kriterler ikinci plana atılır.
Ülkemizde erkek kendi partnerini seçmede kadından daha özgürdür. Aslında erkek birçok konuda kadından daha özgürdür. Kız çocukları daha hayatlarının ilk yıllarında adaletsizliğin acı yüzü ile karşılaşır. Seanslarımda birçok kadında söndürülmesi zor olan haksızlığa uğramışlık, yetersizlik ve suçluluk duygularının varlığını görüyorum. Bu adaletsizliği hayatlarının ilk yıllarında en sevdiklerinden, en güvendiklerinden gören kız çocukları büyüyünce partnerleri onları haksızlığa uğratmasına rağmen ilişkiyi bitiremez. Hatta bir şekilde yine kendilerini suçlu görebilirler. Kendi kız çocuklarına kötü davranılmasına üzülen ebeveynler, aslında bu sonu hazırlayanların ta kendileridir.
Yine genç kızların cinsel gelişimini görmezden gelen veya ayıplayan, onlardan uzaklaşan ebeveynler –genellikle babalar- çocuklarını ihtiyaçları olan ilgi ve anlaşılmışlık hislerinden mahrum bırakırlar. Bazen genç kızlar babalarından gizli olarak bu ilgi ihtiyaçlarını bir diğer erkek ile gidermeye çalışırlar. Bu erkek kötü bile davransa ona bağımlı gibi hissederler. Bu “elalem” olan erkek onlara babalarından daha yakın durunca genç kız kendisini çaresizce ona bağlanmış bulur. Zaten yasak olan bir davranış yaptıklarını düşündüklerinden hem suçlu hisseder hem de ilişkiyi devam ettirirler. Ebeveynler belki de hiçbir zaman evlatlarının yaşadığı bu şeylerden haberdar olamazlar.
Çocukların yetişkinlikteki ilişkileri için anne ve babanın bireysel ve birbirlerine karşı olan davranışları belirleyicidir. Annesine saygısı olmayan bir babayı model alan erkekten ileride kendi partnerine saygılı davranmasını beklemek zordur. Veya babası her gördüğü hoş kadına cinsel olarak bakan bir erkekten büyüyünce kadınlara saygı duymasını beklemek…
Yani cinsiyet ayrımcılığı nesilden nesle aktarılan ve toplumumuzu psikolojik ve sosyal açıdan olumsuz etkileyen bir durumdur. Cinsiyet ayrımcılığına uğramış kadın kendisini ezik ve yetersiz hisseder. Bu kadınlara sanki cinsellik dahil birçok şeye hakları yokmuş gibi gelir. Böyle hisseden kadınların yetiştirdiği bireylerden nasıl bir toplum oluşur bir düşünün.
Keşke kadınların haklarının, özgürlüklerinin ve eşitliklerinin olmasından KORKMADAN bunun bizim şimdimizi ve geleceğimizi ne kadar olumlu etkileyeceğini idrak edebilsek… Keşke fikri ve vicdanı hür, ruhsal yapısı sağlam, güçlü kadınların bize tehdit oluşturmaktan ziyade hepimizin kurtuluşumuza vesile olacağına yürekten inanabilsek… Ve bu konularda kararlı adımlar atsak. İşte o zaman hiçbir güç bizi durduramaz!