Tahmin edebileceğiniz gibi bu iş aileden, hatta anneden başlıyor.
23 Nisan 1997 tarihindeyiz. Sabah erkenden babaannem kaldırıyor beni yataktan. Çok heyecanlı! Bayrağını birkaç gün öncesinden camına asmış ve uzun zamandır bana Atatürk ve Cumhuriyet hikayelerini ballandıra ballandıra anlatıyor.
Babası Atatürk’ü tanırmış, silah arkadaşıymış. Dedem de oradan sesleniyor “Ben de ilkokulda ona çay götürmüştüm”. Onların gözlerinde heyecanı görünce o coşkuyu hissetmemek mümkün değil. Fakat ne yazık ki benzer bir coşkuyu okula gidince hissetmiyorum. Zorunlu etkinlikler, gösteri gerginliği, koşuşturmaca… Bayramın anlamından ziyade törensel kısmına odaklanılan bir eğitim sistemi içerisinde kaybolan ben! Her şey tam olmalı, şiirin sözcüklerini unutmamalı ve folklordaki adımlarımı karıştırmamalıyım. İki adım yanlış atınca beden eğitimi öğretmenim fırçalıyor. Zaten oyunda baş rolü derslerinin hepsi beş olan kıza verdiler. Çünkü “bunu kim iyi yapar”dan ziyade “bunu kime iyi yaptırırız” diye soruyorlar kendi kendilerine. Binlerce kişinin aynı anda aynı hareketleri yaptığını görmek neşeli, dans eden öğrenciler görmekten daha önemli öyle değil mi? İşte birkaç nesil bayramlardan böyle kopuk yetişti. Hatta bu ve bunun gibi sebepler 2000’li yılların başında yaşanan siyasal değişimin tetikleyicisi olmuştu.
23 Nisan 2020 tarihindeyiz Babaannem ve dedem rahmetli oldu. Benim ise kendi çocuklarım var. Ben de onları Atatürk’ün söylediği gibi “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” bireyler olarak yetiştirmek istiyorum. Atatürk adı üzerinde “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı çocuklara armağan ederek aslında geleceğe yönelik planı yine gelecekte yaşayanlarla bağlıyor, onlara ve bizlere bu konuda mesaj veriyor. Peki biz bu mesajı nasıl taşıyacağız? Nasıl fikri, irfanı ve vicdanı hür bireyler yetiştireceğiz?
Tahmin edebileceğiniz gibi bu iş aileden, hatta anneden başlıyor. Ebeveynler çocuğa içten, samimi bir sevgi verip onun ihtiyaçlarına yerinde ve yeterince karşılık verdiğinde çocuk kendi bağımsızlığına ilk adımını atmış oluyor. Ne yazık ki anne babanın kendilikleri hasarlı ise çocuk üzerinde hakimiyet kurmak istiyorlar ve onu sevgileriyle tehdit ediyorlar. Çocuk kendini çok çaresiz ve savunmasız hissediyor. Kendi acısını inkâr edip anne-babaya uyum göstermek zorunda kalıyor. Gerçek kendiliğinden kopuyor. Böylece kendi öfkesini, korkusunu, kırılganlığını, heyecanını, potansiyelini bir kenara koyup uyuşturuyor, donuklaşıyor ve otorite figürü ile özdeşleşiyor. İçten içe hiçbir zaman “hür” olamıyor. Hür olamayınca kendi eylemlerinin sorumluluğunu da hissetmiyor. Ancak toplumdan onay almadığı zaman suçlu hissediyor; kendi karar mekanizması, doğru-yanlış değerlendirmesi, içten gelen bir sesi olmuyor; “fikri hür” olmuyor. Kendi acılarını dondurduğu için başkalarının da acılarını göremiyor. Yani “vicdanı” da hür olamıyor. Topluma aykırı bir şey olduğunu düşündüğü şeyi ifade etmiyor. Ve zamanla gerçeklikten daha da uzaklaşıyor. İçselleştiremediği somut şeylere odaklanıyor. Kendi düşünce yapısını geliştiremiyor ve öğretilen kalıp bilgilerin içinde kalarak “irfanı hür” de olamıyor.
Dolayısıyla fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bireyler yetiştirmek istiyorsak öncelikle “kadın”ın sorunlarına odaklanmalıyız. Cumhuriyetle birlikte bu konuda peş peşe aksiyonlar alınmış ve birçok kazanım olmuştu. Fakat başlatılan kazanımlar son dönemde sekteye uğruyormuş gibi hissediyor ve üzülüyoruz. Ülkede kadınlar kendilerini hür hissetmezken çocuklarına ne yansıtmalarını bekliyoruz? Yaşamak adına canlılıklarını feda eden, baskılanan, kendilerinden uzaklaşan kadınlar nasıl çocuklarının acısını görebilir?
Bir diğer mesele eğitim meselesi. İnsan yetiştirmekten ziyade bilgi depolamayı hedefleyen, öğrenme ve not kaygısı üzerine kurulu bir sistem bize ne kazandırdı? Kendi düşüncelerimiz değersizleştirilip hazır sunulan bilgiyi hap gibi yutmak bizi otoriteye bağımlı kılmaktan başka ne işe yaradı? Böyle olduğu için kuralları içselleştiremedik bir türlü. Sorumluluk bilincinden ziyade görev bilinci gelişti. Öte yandan öğrenmenin ödüllendirilmeye dayandırılması sonucu kendimize yabancılaşıyoruz. “Ötekinin onayı”na odaklı bir düşünce sistemi ile gerçek kendiliğimize çok uzağız. İsteklerinin odağına kendilerini koyamayan insanlar kendilerine rakip bulur veya üretirler. Bağımsız hissedebilmek için başkalarını baskı altına alırlar; saldırganla özdeşleşirler. Son yıllarda giderek arapsaçına dönen eğitim sisteminde köklü reformların yapılması fikri, irfanı, vicdanı hür bireyler yetiştirmek için elzem görünüyor.
Çocuklarımızı gerçekten tanımak ve onları kendi fikirleri olan bağımsız bireyler olarak yetiştirmek istiyorsak önce kendi kırılganlıklarımız ve acılarımız ile yüzleşmemiz; sonra da onlarınkileri görmekten kaçınmamamız gerekiyor. Toplumumuza yayılmış bir inkâr mekanizması var ki bunu başlarda Kovid-19 sürecinde de gördük. Bu geçmiş travmaların ve günümüzdeki derinlere dokunan acıların görmezden gelinmesi çok tehlikeli. Çünkü içimizdeki kötü ile yüzleşmezsek dışarıda hep kötü ararız. Dış düşmanlara ihtiyaç duyarız. Kısa-vadede herkesin kendi travmalarıyla yüzleşmesi, orta-uzun vadede toplumsal travmalarla yüzleşmemiz gerekiyor. Kendi geçmişimizle, acılarımızla yüzleşmeliyiz. Böylece kendimizi daha bütünsel ve canlı hissedecek; kendimizle, diğerleriyle ve özellikle de çocuklarımızla da gerçek bir ilişki kuracağız.
Hür bireyler için devletin ve otoritenin vereceği güven çok önemli. Bireylerin kendilerini tehdit altında hissetmemesi ve liderlerin toplumun bütününü kapsıyor olması gerekiyor. Bunun için de herkesin hukukun ve adaletin koruyucu gücüne ihtiyacı var. Eşitlik koşulu olmadan toplumsal vicdandan ve görev duygusundan bahsetmek çok zor. Yönetimin tutarlı ifadeleri ve davranışları olmalı. Şeffaflık olmalı. Böylece kendimizi güvende hisseder ve çocuklarımızı da böyle bir ortamda yetiştiririz. Güven hissetmek ruhsal ve bedensel iyi oluş halinin temelidir. Biz belli etmemeye çalışsak bile çocuklarımız bizim gözlerimizden kaygıyı okurlar ve kaygımız sürekli olursa onlar da kendi cesaretlerini oracıkta bırakırlar. Oysa bu ülkenin evlatları bağımsızlıklarını cesaretle elde etti.
Sonuç olarak bu bireyin yürüyeceği bir yol; ailenin kurulmasından başlayıp, annenin verdiği temel ilişki ile devam eden ve devletin sunduğu eğitim sistemi ile şekillenen, en nihayetinde de kendi zihninde olgunlaşan. Bu yolun her anında bireyin güvende hissetmesini sağlamak devlet ve iktidarı elinde bulunduranlar başta olmak üzere hepimizin ortak sorumluluğu. Sadece kendimize ve kendi çocuklarımıza karşı değil birbirimize karşı da sorumluyuz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü minnetle anıyorum. Yaptıkları için müteşekkirim.
23 Nisan Kutlu Olsun!