Son bir haftadır gazeteleri okuyorum, haberleri dinliyorum ve bir ülke düşünüyorum.
Son bir haftadır gazeteleri okuyorum, haberleri dinliyorum ve bir ülke düşünüyorum. Bir genç, bir öğrenci, bir grup insanın önünde “batıdan eser rüzgâr”ın koynunda konuşuyor… Ülkesini anlatıyor, insanlarını anlatıyor… Kötü kelimelere dokunmadan ve kimseyi kırmadan, kimseye hakaret etmeden doğru bildiği neyse onu söylüyor… Kimse onu oraya çıkarmamış, kimse bu “çocuk”tur diye öne sürmemiş, tam aksine o büyüklerinin arasından delikanlılığın verdiği heyecanla öne atılmış, bu sorumluluğu almış… Ağabeyleri ablaları da hevesini kırmamak için arkasında durmuş…
Fakat bir yerde bir şey eksik kalmış, kimse de bunu fark edememiş. Bu genç öğrenci imiş, o saatte okulda olması gerekirmiş. Ama olmuş bir kere, bir hata yapılmış. İşini yapan güvenlik birimleri hatasını tespit etmiş ve yine işini yapan savcılar tutanağını tutup o gencin ifadesini istemiş… O gün günlerden “Salı’nın ertesi” imiş, okul varmış yani… Kimse gelip onu okulundan almamış ama. Onu arkadaşlarına karşı mahçup etmemiş, kimsenin gözünde de küçük düşürmemiş… Tam aksine akşam uygun bir vakitte kapısını çalmış iki büyüğü… Devletin evine davet etmiş okulu olmadığı bir zaman büyükleriyle birlikte…
Devletin evinde derdini dinlemiş ağabeyleri, ablaları… Yargılamadan yok yere ve çok erkenden… Onlarda kendi dertlerini anlatmışlar dilleri döndüğünce… Eksikliği söylemişler, ne yapılması gerekiyorsa o olacak demişler… Yani kimse çocuğu tutuklayıp ceza evine atmamış suçu sabit değilken…
Tabii tüm ülke duymuş bu tecrübesiz ve cüretkâr çocuğu… Ülkeyi yönetenler de duymuş. Hassas davranmışlar ama… “Ne” yapmış dememişler, “Neden” yapmış demişler. Merak da etmişler… Öğretmenlerini yollamışlar çocuğa, birinci ağızdan dinlemek için olanları… Psikologlar yollamışlar yanlış şeyler yapmayalım, söylemeyelim diye… Hukukçular yollamışlar eksikliğin, hatanın nerede olduğunu anlatsınlar diye… Korkmamışlar hiç çocuğun çağrıştırdıklarından, farklılığından ve de tazeliğinden… Ülkeyi yönetmeye aday olanlar da duymuş tabii… Onlar da pek bir hassas yaklaşmışlar… Kimseye söylemeden, reklam yapmadan, “Sezar’ın hakkı Sezar’a” diyerek gizliden arkasında durmuşlar, hevesi kırılmasın, farklılığı kaybolmasın diye… Kimseler duymamış ama… Kimselere reklam etmemişler… Olması gereken gibi…
Gencin ailesi ve o gün arkasında olanlar da hesaplaşmışlar kendileriyle… Neden biz bu işi eksik yaptık diye… “Sen bizim için değerlisin” demişler gence… Sen kendin olabildiğin için daha çok değerlisin demişler… Onu kahraman ilan etmemişler yani… Sevmişler sadece… Her şey olması gerektiği gibi olmuş. “Kara kaplı kitap” ne dediyse o olmuş. Sahip çıkmış ülke gencine; geleceğine… Farklılığıyla birlikte… Herkes üzerine düşeni yapmış… Genç doğru bildiğini doğru yerde, doğru zamanda ve doğru şekilde yapmayı öğrenmiş tüm bu olanlardan sonra… Konuşmasında hitap ettikleri de ders çıkarmışlar bu olaydan… Farklı düşünen gençlerin de olduğunu, kendilerini daha iyi ifade etmeleri gerektiğini anlamışlar… Ama maalesef bizim ülkemizde bu işler böyle yürümüyor ve biz sadece böyle güzellikleri düşlemekle yetiniyoruz.