Trump'ın 1967'den bu yana İsrail'in işgali altında olan Golan tepelerinin egemenliğini tanıma konusundaki kararı; başta Amerika'nın itibarını zedelemekte, uluslararası hukukun ilke ve prensiplerini ortadan kaldırmakta, uluslararası toplumun kabul edilmiş diplomatik ve politik normlarını yok saymakta, Netenyahu'nun yapılan Knesset seçimlerinde elini güçlendirmekte, Suriye'yi bölünme ve parçalanmaya doğru taşımakta ve aynı zamanda önümüzdeki yıl ABD'de yapılacak olan başkanlık seçimlerinde Amerika'da yaşayan Yahudi Lobisinin desteğini sağlamaktadır.

ABD Başkanı D.Trump’ın “52 yıl sonra Golan’ı İsrail toprağı olarak tanımanın zamanı geldi. Bu İsrail’in güvenliği ve bölgenin istikrarı için stratejik öneme sahiptir” açıklamasıyla, Tel Aviv'in 1967’deki 3. Arap İsrail savaşında Suriye cephesinde ele geçirdiği toprak parçası üzerindeki egemenliğini tanımak üzere harekete geçilmiş olundu.

Trump’a göre bölgenin istikrarı İsrail güvenliğine bağlı!

Böylece Beyaz Saray’ın güç dengesine dayalı yeni uluslararası doktrininin bir başka versiyonu ortaya konmuş oldu.

Oysa uluslararası hukuk ve 1945 BM teşkilatının misakı, toprakların ve bölgelerin kuvvet kullanılarak ele geçirilmesini yasakladığı gibi, işgal kuvvetlerinin herhangi bir tasarrufta bulunmasının kabul edilemez olduğunu kararlaştırmıştır. İşgal, egemenliği yok edemez ve bu egemenliğin işgalci devlete intikal etmesini sağlayamaz. Bunun tek istisnası: Hiçbir zaman işgal veya ilhaka dönüşmemek şartıyla, meşru müdafaa durumudur.

Örneğin İsrail’in 1967 yılında başlattığı ve komşusu olan Arap ülkelerinin topraklarının ele geçirmesiyle sonuçlanan Golan işgali ve altı Gün Savaşı, 1974’ten bu yana BM’ye bağlı Ateşkes Gözlem Misyonu (UNDOF) kontrolünde bulunmaktadır.

Böylece, 1981 yılında İsrail’in ilhak kararıyla karşı karşıya kalan Golan tepeleri, hâlihazırda Trump’ın kararı ile hukuki olmayan Golan’ın ilhakını "de facto" olarak, yani fiili durumdan yararlanarak, değişime uğratıp, uluslararası topluma dayatması sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.

Başka bir ifadeyle, Trump’ın 1967’den bu yana İsrail’in işgali altında olan Golan tepelerinin egemenliğini tanıma konusundaki kararı; başta Amerika’nın itibarını zedelemekte, uluslararası hukukun ilke ve prensiplerini ortadan kaldırmakta, uluslararası toplumun kabul edilmiş diplomatik ve politik normlarını yok saymakta, Netenyahu’nun yapılan Knesset seçimlerinde elini güçlendirmekte, Suriye’yi bölünme ve parçalanmaya doğru taşımakta ve aynı zamanda önümüzdeki yıl ABD’de yapılacak olan başkanlık seçimlerinde Amerika’da yaşayan Yahudi Lobisinin desteğini sağlamaktadır.

Trump yönetimi son aylarda bu karara hazırlanırken neler yaptı?

ABD, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı aldı ve geçen mayıs ayında Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti olarak ilan etti. Tel Aviv’deki Büyükelçiliğini oraya taşıdı, UNRWA Birleşmiş Milletler Filistin Mültecileri Yardım Ajansına yapılan maddi yardımları kesti, İsrail'in Suriye sınırındaki İran askeri varlığını bahane ederek Suriye'deki İran kuvvetlerine karşı Tel Aviv’in saldırılarına göz yumdu.

Ve böylece 1967'den beri İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri, yani BM’nin 1967 yılındaki 242 numaralı karar ve 1974 / 338, daha sonra da 1981/ 497 sayılı kararlarıyla himaye altına alınan 1200 kilometrelik topraklar, Beyaz Saray’ın tehdit ve emri vakisiyle İbrani devletine devredilecektir.

Kararın aleni hedefleri arasında, İran’ı hem Suriye’den hem de bölge denkleminden çıkartmak var. Fakat esas amaç aslında parlamento seçimlerine giden Netanyahu'ya bir hediye sunup açıktan destek vermek ve Trump’ın İsrail lobisinin ve kurumlarının 2020'de ABD de yapılacak olan başkanlık seçimlerinde desteğini alması söz konusudur.

Söz konusu kararla gerçekleştirilmesi planlanan amaçlar arasında:

Batı Şeria’nın yeni kısımlarının eklenmesi ve Gazze’de Filistinlilerin bir kısmının bazı Arap devletleriyle İsrail arasında asrın anlaşmasını gerçekleştirip, Filistin devletinin sınırlarını Gazze toprakları dahilinde sınırlandırmak; Sina, Ürdün Vadisi ve Golan tepeleri gibi yerlerde yoğun olan Arap nüfusunu azaltmak; Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır tarafında sınırları bulunan Yahudi devletini koruyan geniş bir coğrafi güvenlik şeridini temin etmektir.

2048’e kadar 250 bin Yahudi’yi barındıracak şekilde İşgal altındaki Golan’a on binlerce konut ve yerleşim birimi kurmak da kararın olası etkileri arasındadır. Fakat esas amaç Suriye’de parçalanma ve bölünme projesinin yolunu açan, İsrail’in kendi kuzeydoğu sınırlarından başlayıp, Suriye’nin kuzeydoğu ve doğu bölgelerinde bulunan PYD unsurları aracılığıyla Fırat ve Dicle nehirlerine ulaşmak ve böylece 1897 Basel Konferansı'nın ruhunu yaşatmak ve Büyük İsrail'i Nil'e ve Fırat’a kavuşturmak.

Yine bu kararla, Suriye'nin 2010 yılında Üçlü sınır bölgesinde yer alan fakat Lübnan’a bırakılan, daha sonra Tel Aviv tarafından işgal edilen Şebaa çiftlikleri ve Kafr Şuba topraklarına da Golan Tepeleri'nin bir parçası olduğu bahanesiyle el koymaktadır.

Trump’ın bu kararına karşın Arapların, İsrail ile olan tüm ilişkilerini kesmek, Birleşmiş Milletler’i harekete geçirmek, Şam’daki Suriye rejimi ile uzlaşma sağlayarak güç kazanmak ve Amerika’ya karşı siyasi ve ekonomik ciddi bir tutum almak gibi imkân ve ihtimalleri varken, son Tunus Zirvesi’nde gördüğümüz gibi, sadece kınamakla yetinmeleri dikkate şayandır.

Suriye rejimi ise, 1973’ten beri Golan’ı geri alabilmek için ciddi bir hamle yapmadığı gibi 1976 yılından itibaren Lübnan’daki nüfuzunu kullanarak ve bu ülke kartını oynayarak, Tel Aviv’le pazarlığa oturmuş, fakat herhangi bir sonuç elde edememiştir. Son olarak bu çıkmazdan kurtulmak için, 1983 yılında Lübnan-İsrail barış anlaşması girişimlerini kendi ipoteği altına almış ve komşusu olan küçük Arap ülkesinin hâkimiyetini 2005 yılına kadar ele geçirmiştir.

Amerika ve İsrail’in bu tutumu, sözde bölgesel barış projelerine karşı çıkan ve 1980'lerin başlarından itibaren İran'la doğrudan ittifak halinde olan Şam'dan intikam almayı hedeflemektedir.
Olayın Türkiye açısından farklı boyutları olduğu muhakkaktır. Zira Ankara’nın kanaati, Trump’ın Golan kararının, Birleşmiş Milletler’in prestijini ve güvenilirliğini gölgelemiş olduğu ve uluslararası meşruiyet konusunda Amerika tarafından en yüksek derecede gösterilen küçümsemeyi yansıttığı yönündedir.

Türkiye tarafından yapılan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “İşgalin meşrulaştırılmasına asla izin vermeyiz" açıklaması, ABD tarafından gerçekleştirilen bu hamlenin ne kadar tehlikeli ve kışkırtıcı olduğunu ortaya koymaktadır. Trump’ın bu yöndeki eylemleri, Orta Doğu’daki barış şansını zayıflatmaktadır.

Aslında burada Amerika ve İsrail'in en önemli amacı, önümüzdeki beş yıl içinde Suriye’deki Kürt kartını kullanarak, Dicle ve Fırat'ın su kaynaklarına ulaşmak ve daha sonra Suriye PYD’nin ekmeğine yağ sürerek, Türkiye'yi ve Kürtleri iki nehrin sularının paylaşımı ve kullanımı sorunuyla karşı karşıya bırakmaktır.

Sadece Beyaz saray ve Tel Aviv’ın jeopolitik çıkarlarından hareketle kurgulanan bu karar, hukuki, ahlaki ve insani kriterlerden uzak, hissi motivasyonlara dayalı bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.