Bir türlü kesin çözüme kavuşturulamayan İstanbul trafiği ile ilgili yaşananları dünkü yazımızda anlatmaya başlamış ve bugün de devam edeceğimizi yazmıştık.
Dedik ya; İstanbul, günübirlik gelen gidenini de hesaba katarsak, 20 milyona yakın insanın tıka basa doldurduğu, belki de dünyanın en önemli metropollerinden biri.
“Büyük başın büyük derdi olur” deyişine uygun olarak, bu güzel İstanbul’umuz çoğu zaman insanı canından bezdiren sorunlar yumağıyla dopdoludur. Benzeri sorunların dünyanın büyük kentlerinde yaşandığını dünkü yazımızda dile getirmiştik. Ancak; onların çoğunda bu sorunların ortadan kaldırılması konusunda daha kesin çözümler üretebildiklerini de biliyoruz. Bu şehirlerde yaşayanlar olabildiğince az etkileniyorlar. Bu konuyu daha ciddiye alıyorlar, sağlıklı ve rahat yaşam ortamı oluşturabilmek için gerekli önlemler uygulamalar ve yaşamı düzene sokan denetimler çok daha kararlı ve etkin yürütülmekte.
O büyük şehirler İstanbul’daki gibi bir şantiye şehri görünümüne terk edilmiyorlar. Oralarda da inşaatlar yapılıyor ama bizdeki gibi böylesine denetimsiz bir ortama teslim edilmiyorlar.
Günümüz İstanbul’unun büyük bölümü tam anlamıyla şantiyeler şehri görünümünde.
Hep yazıyorum bir çok yerde de yazılıyor, televizyon haberlerine konu oluyor. Gerek kentsel dönüşüm için ve gerekse de şehrin hemen hemen her yerinde mantar gibi dikilen rezidans ve çok katlı binaların inşaatlarında çalışan hafriyat kamyonlarının yarattığı trafik keşmekeşi konusunda hala gerekli önlemler alınabilmiş değil. Ortalıkta keyfince, “trafik canavarı” gibi dolaşan binlerce hafriyat kamyonu var. Ve bu hafriyat kamyonlarının karıştığı trafik kazaları günlük yaşamımızın vazgeçilmezleri oldular. Trafiği çözümsüzlüğe iten nedenlerden biri de bu
Bu trafik keşmekeşinde, özellikle son zamanlarda, İstanbul’un gündemine yerleşen toplu taşımadaki; belediye otobüsleri, metrobüs ve özellikle de halk otobüsü kazaları konusu kafaları karıştırmaya başladı.
İstanbul trafiğinin en önemli sorunlarından biri bu denetimsizlik.
Eskiden belediye otobüslerini kontrol amaçlı olarak bazı duraklardan binen görevlilere çokça rastlardık. Uzun zamandır hiç rastlayamaz olduk.
Trafiği belirli noktalarda, kavşaklarda kontrol eden trafik ekiplerine rastlardık onları da artık göremez olduk.
Son bir kaç ay içinde yaşanan metrobüs ve otobüs kazaları bu konunun giderek denetimden ve kontrolden kaçtığının göstergesidir.
İstanbul'da özel halk otobüslerinin karıştığı yaralama ya da ölümle sonuçlanan pek çok kazada, şoförler; "direksiyonlarının kilitlendiğini", "aracın aniden hızlandığını", "fren patladığını", "gaz pedalının takıldığı" gibi açıklamalar yapıyorlar. İleri sürüş teknikleri uzmanları ise; kazaların çoğunda “sürücü hatası” olduğunu, “sürücülere verilen eğitimlerin yetersiz kaldığını, bu konuda kesinlikle etkin bir çalışma yapılması gerektiğini” söylüyorlar.
Bu konuda planlanan ve uygulanması düşünülen sevindirici bir gelişme; Türkiye'de son dönemde gerek şehir içi gerekse şehirler arası otobüslerde meydana gelen trafik kazalarını önlemek için düğmeye basan hükümet, yolcu taşımacılığı yapan tüm araçlarda yeni uygulamaları devreye almaya hazırlanıyor.
Araçlara takılması zorunlu hale getirilecek olan “Kara Kutu” uygulamasıyla; “gaz ve fren pedalı, yakıt seviyesi, vites, el freni, araç hızı, arıza bilgileri, motor, aks, şanzıman ile çevresel durum; konum, rota, mesafe benzeri hususlar” incelenecek. Kara Kutu ve kameralardan elde edilen veriler, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderilecek. Kazanın yoldan mı, sürücü hatasından mı, araçtan mı kaynaklandığı tespit edilebilecek.
İETT ve Otobüs A.Ş.'de yeni bir araç trafiğe sürüleceği zaman şoföre aracın özellikleri hakkında eğitimi veriliyor. Ancak özel halk otobüslerinde bu eğitimler alınmıyor.
Bir başka önemli konu ise; araçları olması gerekenden çok hızlı kullanan otobüs ve metrobüs sürücüleri hiç bir şekilde denetlenmiyor, kontrol edilmiyor.
İstanbul trafiği bu, sorunları bitmez.