Dijitalleşme, gerçek toplumun ahlak, hak, kültür, gelenek gibi insanın ruhunu besleyen kaynakları zayıflatarak egemen güçlerin propagandalarına yönelmiştir.
İnsanın doğal yetişme sürecinde toplumun olumlu etkisi giderek azalırken oluşan boşluğa dijital dünya hızla yerleşiyor. Geldiğimiz noktada insanın toplumu ama özellikle toplumun insanı doğal etkileme ve iyileştirme zinciri bozulmaya başlamıştır diyebiliriz. İnsanlar, yeryüzünde bulunmalarına ilişkin gerçeklerden uzaklaşıp ısmarlama gerçekler ve yapay gündemlerle avunmaya başlamıştır. Bu da birçok alanda olduğu gibi birey-toplum ilişkisinde de bireyi ve toplumu öz hakikatinden uzaklaştırıyor.
Dijitalleşme, gerçek toplumun ahlak, hak, kültür, gelenek gibi insanın ruhunu besleyen kaynakları zayıflatarak egemen güçlerin propagandalarına yönelmiştir. Böylece bireylerin algı alanları arzu edilen yapay gündemlerle yönlendirilmeye ve yönetilmeye başlamıştır.
Toplumun gerçek yetiştirme ve iyileştirme gücünün zayıfladığı şu zamanda bireyler giderek toplumdan uzaklaşıyor, evlerine çekiliyor, uzaktan çalışıyor ve kendi bireyselliklerine gömülüyor. Ve bunun paralelinde bireylerin yansıması olan toplumlar da evrensel insani değerlerden uzaklaşıyor.
Neredeyse her bireye özel yapay bir yaşam modelini öne çıkaran dijital dünyada her insan, kendine benzeyenleri aramanın ve ortak amaçları paylaştığı bir toplum üretmenin telaşında. Böylece insan, insandan ve insan toplumdan uzaklaşıyor.
Oysaki gerçek bireylerden, gerçek etkileşimlerden, gerçek iletişimlerden oluşan toplum bütünü, bütünün parçası olan bireyi korur, geliştirir ve iyileştirir. Toplumun gerçek koruma kalkanı zayıfladıkça birey, maddi tatmin alanını besleyen yapay toplumsal ilişki alanına yönelmiş ve gerçek toplumun sağladığı ruh tatmini ve huzurdan uzaklaşmaya başlamıştır.
KALABALIKTA YALNIZLIK
Sanayi devrimiyle madeni paranın pabucunun dama atılması ve makine üretimi kağıt paranın ekonominin merkezine yerleşmesi, bilgi çağına geçişle birlikte kağıt paranın yerine bilgiye dayalı kartların ve dijital paranın ekonominin merkezine yerleşmesi gibi insan – toplum ilişkisi de somut ilişkilerden soyut ve yapay zemine taşınmıştır. Çocuklar, gençler ve yetişkinler, bakkalın, manavın, kasabın, terzinin renkli, canlı gerçek ve samimi insan-insana iletişiminden ekranın yapay ve cansız etkileşimine yönelmiştir. İnsanın insana sağladığı davranış geliştirme, deneyimleme ve öğrenme imkânları azaldığı gibi insandan insana duygu geçişinin sağladığı ruhsal tatmin de azalmıştır.
Düşünün ki market alışverişinden elektrik ödemesine, araç kiralamadan kamudaki resmi bir işleme kadar birey ile toplumu bir araya getiren bağların neredeyse tamamı yapay ortamda gerçekleşiyor. Bu durum yaşamı kolaylaştırmış ve hızlandırmıştır ama insan insana etkileşim alanını, insan ve toplum etkileşimini daha da önemlisi toplumun bireyin üzerindeki sosyalleştirme gücünü eritmeye başlamıştır. İnsan, gerçek sosyal toplumdan koparak gerçekte olmayan sanal sosyal toplumların bir elemanı olmaya başlamıştır. Ötekine ve gerçek topluma en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda insan, kalabalığın içinde yalnız kalmaya başlamıştır. Kendinden ve filizlendiği toplumdan uzaklaşan insan rengini ve çeşitliliğini kaybetmeye başlamıştır.
Bunun içindir ki Uygar Barbarlık kitabında Stjepan G. Mestrovic, dijital yönelimin insanı ruhsuz ve yapay bir topluma sürüklediğini, bunun da medeniyetin bizi getirdiği son nokta olan uygar bir barbarlık olduğunu belirtmiştir. Böylece uygarlık ve medeniyet yolunda mesafe aldıkça insanın, aslında kendisinden uzaklaşarak değerlerini yitirmeye başladığını ve barbarlığa doğru yol aldığını söylemek mümkün. İnsandan insana yönelen zulüm, kıyasıya çıkar mücadeleleri, çevreye yönelik katliamlar, kabına sığmayan kimi bireylerin, ailelerin, şirketlerin, devletlerin de ötesinde yeryüzünün ve hatta gökyüzünün hâkimi olma çabaları… Bütün bunlar söz konusu gidişatın göstergeleri değil midir?
TOPLUMSAL DOKU
Böyle bir ortamda birey, aile ve toplum olarak öncelememiz gereken çok önemli bir konu hiç kuşku yoktur ki toplumun dokusunun korunmasıdır. Her türlü aşırılıktan, koyu taraftarlıktan uzak bir şekilde toplumun temel dinamikleri, öz kültür ve değerlerinin korunması, toplumsal davranış alışkanlıklarının yaşatılması gerekli ve önemlidir. Unutulmamalıdır ki toplumsal alışkanlıkların yaşatılması, birey ile toplum arasındaki ruh bağının güçlenmesini, bu ise bireyin, yalnız ve kimsesiz hissetmesini önleyerek mutlu olmasını ve ruhsal tatmine ulaşmasını sağlayacaktır.
Günümüz insanının, dünyanın koyu bir müşterisi ve kölesi olmaktan çıkarak yeniden dünyanın velinimeti ve efendisi olmaya yönelmesinde toplumsal dokunun korunmasının önemli büyüktür. Bu süreçte ise toplumu idare edenlere çok önemli görevler düştüğünü yeniden hatırlatmak isteriz. Hangi kademede olursa olsun, kendi amaçları için insanları kullanmak ve kendi ideolojileri için toplumu ayrıştırmak elbette toplumsal dokuya zarar verecektir.
İnsanların refahı için geliştirilen ancak bugün insan ile toplum arasındaki etkileşimi zayıflatan teknolojinin, insana karşı kullanılan bir güce dönüşmesini önlemek ciddi bir çabaya muhtaçtır. Böylece gözümüzün gördüğü ile yetinmeyip gönlümüze nakşolanın peşine düşebiliriz yeniden. Böylece bizi insan kılan toplumsal dokunun nakışlarını yeniden temsil edebiliriz.