Şimdiye kadar ülkemizin her tarafını ve komşu coğrafyaları gezmiş, görmüş ve yaşamış biri olarak Tunceli ya da eski ismi ile Dersim'i en sona bırakmış olmam benim açımdan düşündürücü. Dostlarıma söylediğim bir söz var; "hep en iyisi sona kalır" diye. Belki de Tunceli'yi gördükten sonra başka yerler kifayetsiz kalır korkusu ile en sona bıraktım bu gizemli coğrafyayı.
Şimdiye kadar ülkemizin her tarafını ve komşu coğrafyaları gezmiş, görmüş ve yaşamış biri olarak Tunceli ya da eski ismi ile Dersim’i en sona bırakmış olmam benim açımdan düşündürücü. Dostlarıma söylediğim bir söz var; “hep en iyisi sona kalır” diye. Belki de Tunceli’yi gördükten sonra başka yerler kifayetsiz kalır korkusu ile en sona bıraktım bu gizemli coğrafyayı.
Belki de hiçbir zaman gizemini çözemeyeceğim ya da hep bir yönü ile de gizemli kalması daha doğru olacak. Bu bölgede geçmişte yaşanmış acılar kadar mutlulukları da hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Akdeniz kıyısında bir kenti ziyaret ettiğimde radyo programına davet edilmiştim. Programın sunucusu merkez ilçede bir sokak sağlıklaştırmasından bahsetmiş, yapılan işi beğenip beğenmediğimi sormuştu. Ben de kendisine bir dönem Safranbolu’da yaşadığımı, o açıdan dünya mirası bir şehri bilip de sadece küçük bir sokağın restorasyonu beni çok iyi düşüncelere sokamaz demiştim. Programcı üzülüp Toroslar’daki ormanlardan bahsetmişti. O zamanda Karadenizli olduğumu, Karadeniz’de doğup yaşadığımdan bahsettim. Programcı bana kızıp ‘ne yani hiçbir güzel yanımız yok mu’ deyince; ben de; “sizde daha ne olsun, bu şehrin sokaklarında, dağlarında Yörükler var. Bir coğrafyada yaşayan insandan daha değerli ne olabilir” dedim. Durumu düzelttim ama sonra ben de derin düşüncelere daldım. Nemrud’u bilen ve yaşayan birine güneş, ay, yıldızlar ve miras eserler sorulmaz. Van Gölü’nde yaşayan birine gündoğumları ve batımları, arkeoloji, çiçek, insani değerler sorulmaz. Karadeniz’de yaşayan birine ‘tutku ve coşkun’ nedir dersen vereceği cevap roman olur. Mavi özellikle Türk Mavisi Akdeniz ve Ege kıyılarında sadece bir renk değildir, yaşam biçimidir. Kapadokya bu dünyaya ait olmayan bir yer gibi duruyor. Safranbolu’nun da sadece denizi yoktur, deniz feneri mevcuttur.
Tunceli’ye giderken bunları düşündüm. Ya âşık olursam. Ya bu sonsuz coğrafyada kendi sonsuzluğuma erersem. Bir dosta ‘hayırlı olsun’ ziyareti ile başlarsa her şey. Peki, bu coğrafyayı tanıdıktan sonra dünya yavan gelirse. Sokakta adres sorduğumuzda gideceğimiz yere kadar götüren insanlık alışkanlık olursa dedim kendi kendime. Ya Munzur’un Kırk Gözeleri tutkuya dönüşürse. Peki ya Munzur Çayı. Gizem, sır, bilinmezlik ulaşılamayan bilgiler, dağlar ve hayallerin peşine düşersem…
Sevgili büyüğüm Faik Kaplan ile sadece üç günlüğüne yaptığım bir ‘hayırlı olsun’ ziyareti düşündürdü beni. Bir kent insanı ile güzeldir derler ya, belli ki Tunceli için söylenmiş bu söz. Gözüme batan, kötü bir şey yok mu bu kentte sordum kendime. Cevap vermek istemedim. Belki de sadece bu gizemli coğrafyayı ve bu coğrafya üzerinde kültür yeşerten canların güzelliklerini görmek istedim. Hani derler ya sanat bakanın gözündedir diye. Ovacık’ta Munzur Dağları’na dikkatlice baktım. Kim bilir ne aşıtlar vardır sırt çantamla geçebileceğim. Ne yaylalar vardır kamp kurabileceğim diye düşündüm. Hiç aklıma gelmedi başka şeyler. Buradan aşarsam iki günlük yoldur Erzincan, yine iki günde geçerim Sivas’a hayalleri kurdum. Munzur’un Kırk Gözeleri’ni Mayıs ayında görmek isterdim, bir de kar yağdığında. Mum yaktım Trabzonspor şampiyon olsun diye 50. kuruluş yılında. Belki de bir futbol kulübünün uğradığı haksızlıklar, bir coğrafyaya yaptığımız haksızlıklarla eş tuttum. O kadar değil dedim içimden; bir spor kulübüne yapılan haksızlık ile bu gizemli coğrafyaya ve insanına yapılan bir olmaz diye de düşündüm. Ama haksızlık haksızlıktır.
Tunceli tümden UNESCO tarafından Maçahela’da olduğu gibi biyosfer rezervi olmalı. Bu coğrafya insanı ile birlikte korunmalı. Aslında yaşadığımız bu coğrafya, yani Anadolu tümden insanı ile birlikte korunmalı. İşte tam bunları düşünürken Dido Sotiriyu geldi aklıma. O’nun yazmış olduğu ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya isimli kitap geldi. Kitabın son bölümünde: Ve sen Kör Mehmet’in damadı! Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum. Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler! Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendini! Anayurduma selam söyle benden, Kör Mehmet’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya! Toprağını kanla suladık, diye bize garezlenmesin! Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellâtların Allah bin belasını versin!
1982 yılında Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü’nü alan bu kitap; Türkiye’nin kültür mozaiğinde çok önemli bir yer tutan Rumların, Kurtuluş Savaşı öncesindeki ve savaş sırasındaki yaşamlarından gerçekçi kesitler sunuyor.
Bir coğrafyayı seven ve tanıyan insan dönüşü olmayan bir yola girer. Gizemler çeker insanı bir daha geri bırakmaz. Zülfü Livaneli’nin yazdığı gibi; ‘Dünyayı güzellik kurtaracak ve sevmekle başlayacak her şey.’
Bir kıyıdan baktım dünyaya Ellerimde tuz avucumda sedef Bir mavilik bir açıklık Özgürlük hasreti Yüreğime vuruyor Nerede nerede insanlar
Dünyayı güzellik kurtaracak Bir insanı sevmekle başlayacak her şey
0 üzüntü birden gelir Yağmurlu havalarda Yeniden kurarım dünyayı ben Kederlerle Kimseler âşık değil mi bu şehirde
Dünyayı güzellik kurtaracak Bir insanı sevmekle başlayacak her şey
Hava martılar ışıklı şehir Sarhoş ediyor beni yosun kokusu Hilesiz kucaklamak istiyorum Dünyayı şehri ve seni
Dünyayı güzellik kurtaracak Bir insanı sevmekle başlayacak her şey
Tunceli ya da Dersim demek ‘ne fark eder’ dersem ‘fark etmez’ diyen de olur ‘ne demek, çok şey fark eder’ diyen de. Ben coğrafyalara vurgunum ve içinde yaşayan güzel insanlarına. Coğrafya kitapları “Doğu Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Fırat Bölümü’nde yer alan bir il” derken başlar hayallerim. “Kuzeyde ve batıda Munzur Dağları ile Karasu Nehri, doğuda Bingöl Dağları ve Peri Suyu, güneyde Keban Baraj Gölü ile çevrilidir” tanımlamasından sonra artık o coğrafyanın içerisindeyim artık.
‘Dünyayı güzellik kurtaracak’ elbet ama ‘tanımakla başlar her şey.’ Yaşadığımız coğrafya, Türkiye ya da Anadolu her ne dersek diyelim, bu kutsal topraklar için cilt cilt kitaplar yazılır. Benim de söyleyecek bir çift sözüm var kendi coğrafyam ve ülkem üzerine; coğrafyamız kaderimizdir. Ve bizler bu kaderi yaşıyoruz…
Tunceli Ovacık’ta bizleri ağırlayan Ali Soylu kardeşime, bir de gezimiz boyunca ilgisini eksik etmeyen sevgili büyüğüm Özcan Keskin ve ailesine teşekkür ederim…