Tamam üretiyoruz...

Son 10 yılda hemen her alanda çıkışa geçtik. Her hafta Türk bilim insanlarının keşiflerini ve yurt dışından aldıkları ödüllerin haberlerini yayımlıyoruz ve göğsümüz kabarıyor. Özellikle tıp alanında o kadar ilerledik ki dünyanın her köşesinden doktorlarımıza övgüler yağıyor. Tarım konusunda geriden gidiyorken, devletimizin hibe desteğiyle çiftçiliğe dönüşler çoğaldı. Yerli savunma sistemlerimiz konusunda liselilerimiz bile harika icatlar ortaya çıkarıyor. Son yıllarda devletin de desteğiyle gerçekten muhteşem çıkışlar yapıyoruz. Hatta biz ihtiyacı olan ülkelere hibe desteği sağlıyoruz. Bu başarılar, şu soruyu ortaya çıkarıyor: 1947 yılında önerilen, 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe giren, Türkiye’ye sinsice vurulan emperyalist darbelerin en önemlileri arasında yer alan

ABD’nin Marshall Planı olmasaydı, ne kadar ileriye gitmiştik düşünebiliyor musunuz?

Bir tarih hatırlatması yapalım; ABD Başkanı Harry Truman tarafından 1947 yılında “komünizm tehdidi” altındaki devletlere (15 Avrupa ülkesi ve Türkiye) “Marshall Yardımı” adı altında mali ve askeri yardım yaptı. Gerçi biz savaşa girmemiştik ama ekonomimiz yine de kötüydü. Aynı dönemde yardım yapılan Avrupa ülkelerinin ekonomisi yıllar geçtikçe iyileşirken, Türkiye hazıra alıştı ve “daha yok mu” diyerek arkasına bakar oldu. ABD’nin muhtaç etme planı nedense bir tek Türkiye’ye bu kadar zarar vermişti. Biz yoklukta Milli Mücadele döneminde atın dışkısından arpa tanesi ayıklayıp, ata geri yediren veya un yapan, yoktan var eden bir milletiz. Peki çalışkan Türk milleti hazıra nasıl alıştırıldı?

Halbuki ‘İstikbal Göklerde’ydi..

Vecihi Hürkuş, 1923’te ilk Türk uçağını imal etmiş, 1925’te “VECİHİ K-VI” adını verdiği uçağını uçurmuş ve 1930’da da 3 ayda tamamladığı ilk Türk sivil uçağını inşa etmişti. Nuri Demirağ 1940 ve 1944 yıllarında Türk malı uçaklar yapmış, “Benden bu millet için bir şey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim” diyerek harekete geçmişti. Demirağ, 1936 yılında İstanbul’da modern bir uçak etüt atölyesi ve memleketi Sivas Divriği’de Türkiye’nin ilk uçak fabrikasını kurdu. Havacılıkta almış başımızı giderken, ABD, “Marshall Yardımı” adı altında Türkiye’ye 95 milyon dolarlık savaş malzemesi verdi. ABD’den gelen malzemelere bir bedel ödenmemesine rağmen bu malzemelerin bakımı için her yıl bütçeden 400 milyon TL aktarıldı.

“Astarı yüzünü geçti”

Aylık Kültür-sanat dergisi Yedikıta, Mart ayı sayısında Truman Doktrini, Marshall Planıínını ele aldı. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çğretim üyesi Prof. Dr. Alaeddin Yalçınkaya, Marshall Planı Çerçevesinde bedava verilen malzemelerin bakım masraflarını Tuzak veya sömürü aracı olarak Marshall Yardımı başlığıyla kaleme aldı. ABDínin Marshall Planını tüm incelikleriyle ele alan Yalçınkaya, en akıllıca tuzaklardan birisi olan silah
yardımıyla ilgili, "Astarı yüzüne geçti. ABD, Marshall Planı çerçevesinde bize birçok askeri malzemeyi bedava vermiştir. Ancak bunların bakım ve sarf malzemesini ödemekle yükümlü olmuşuz. Bir müddet sonra, bakım masrafları dikkate alındığında bu silahları parayla almaktan daha ağır fatura demek zorunda kaldığımızı fark etmişiz; ancak o zamana kadar da hazine boşalmış." ifadelerini kullanmış.

“Yarın bu millet beni asar”

Öte yandan ABD, Ahmet Emin Yalman’a uçak sanayi konusunda temsilcilik verir. Acentesi olduğu halde Fransızlar da Yalman’a acentelik verir.. Bu acenteliğin uçaklarını alıp da Nuri Demirağ’ın uçaklarını almayan 1949’un Hava Kuvvetleri Komutanı şu acı sözleri söyler: “Amerikan yardımından bedava uçak almak dururken uçak fabrikanıza sipariş verirsem yarın bu millet beni asar.”

Dolayısıyla sipariş alamayan Nuri Demirağ’ın Eskişehir’de ve İstanbul Beşiktaş’ta kurduğu uçak fabrikaları kapatılır..

Demir ağlarla öremedik ana yurdu

Tabii demiryoları da bir kenara bırakılır ve karayollarına yatırım yapılmaya başlanır. Demiryoları ulaşımda geride kalır ve varlığını sürdürme çabası içine girer ancak yeterli desteği göremez. Uzatmaya gerek yok, kısacası savunma sanayinden, zeytinyağına, mandıraya, demiryollarına, hava yollarına hatta basma kumaşa (Amerikan bezi hibesi nedeniyle) kadar hemen her milli üretime bu hibeler darbe vurmuş.

NATO üyeliği Türkiye’nin sanayi
alanında yatırım yapmasına mani olmuştu”

Yedikıta Dergisiínde Kırıkkale Üniversitesi Tarih Bilim Öğretim üyesi Prof. Dr. Hamit Pehlivanlı ise, Marshall Yardımıínın Türkiye'yi bağımlı hale getirmesini ayrıntılı olarak anlattı. Pehlivanlıínın şu ifadelerini özellikle paylaşmak istiyorum: Tarım, sağlık, gümrük
ve ekonomi bakanlıklarının uçak ihtiyaçlarının olduğu ve sipariş verecekleri mevzubahis edilse de bu vaatler hiçbir zaman tahakkuk etmeyecekti. Zira NATO'ya bağlı ordularla aynı olmak mecburiyeti yüzünden başta uçaklar olmak üzere silah sistemleri hep hibe yolu veya uzun
vadeli kredilerle temin edilmişti. NATO üyeliği, Türkiye'nin uzun yıllar sanayi alanında (kara ve hava savunma sanayii başta olmak ¸zere) yatırımlar yapmasına mani olmuştu.

....

Türkiye 1945-46 yıllarında Sovyet tehdidi ile karşılaştıktan ve Truman Doktrini’nin ilanından sonra bütün dış politika felsefesini Batı’ya sıkı bağlarla bağlanmak ilkesi üzerine dayamıştı. Bunun için de Batı’nın kurduğu hemen hemen bütün siyasi, askeri ve ekonomik kuruluşlara katılmayı amaç edinmişti.

....

Türkiye’nin 1947’den sonraki dış politikasında bazı değişikliklerin başladığını gösteren ilk belirti, Filistin-İsrail anlaşmazlığı karşısındaki tutumudur. Türkiye bu anlaşmazlıkta,
ABD’den yardım görmeye başlayıncaya kadar, tarihi gerçeklere ve Türkiye’nin çıkarlarına hizmet eden bir anlayışla Arap devletlerinin görüşlerine paralel ve onları destekleyen bir politika takip etmekteydi. Ancak yardım görmeye başladıktan sonra ABD’nin bu anlaşmazlık karşısındaki tutumunun etkisi altında kalarak önce tarafsız kalmıştı. Daha sonra da ABD’yi küstürmemek adına İsrail’i tanımıştı.

....

Öte yandan 1949’da toplanan Arap devletleri kongresine de “Asyalı değil, Avrupalı” bir devlet olduğu gerekçesiyle katılmayan Türkiye, yüzünü tamamen Batı’ya dönmüş ve dış politika hedeflerini Batı’nın dış politika hedefleriyle uyumlu hale getirme yoluna girmişti.”

Suç hep ABD’nin değil mi? ABD’nin, halk diliyle bu “Mareşal Yardımı”yla biz hazırı sevmişiz... Daha verseler seve seve alacakmışız gibime geliyor. Bu hibelerle ABD, tabiri caizse, “Balık tutmayı öğrenmeyin, ben size balık veririm” demiş ve biz de ağzımız açık balık bekler olmuşuz. Aklıma takılan soru ise şu; Eğer o dönem ABD’nin bu hibesini biz de Avrupa ülkeleri gibi değerlendirip, bunu milli üretime, teknolojide gelişime harcasaydık şu anda nasıl olurduk? Son 10 yılda Türk bilim insanlarının keşifleri onlarca yıl evvel ortaya çıkmaz mıydı? O bizi beğenmeyen AB’ye girmeye tenezzül eder miydik be? Umarım Marshall Planı ve bıraktığı izlerin bize verdiği ders hiç unutulmaz...

....

Bu arada tarih ve kültür alanında ilgiyle okuduğum aylık kültür-sanat dergisinin Mart ayı sayısını mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Dergide Marshall Planı’nın haricinde Azerbaycan’dan İstiklal harbine katılan askerleri anlatan Vuqar Penahov’un yazısını özellikle okumanızı isterim.

Yedikıta dergisi bu ay ise ek olarak, Semerkant doğumlu, Osmanlı bilim adamı, astronom ve
dilbilimci Ali Kuşçu’nun portresini okuyucuya sunuyor.