Neler yazmadık ki veya neler yazılmadı ki. Sadece yazılanlarla, televizyon ekranlarında neredeyse sporumuzu yönetir durumda olan spor yorumcularının cirit attığı spor programlarında neler söylenmedi ki.
Aklınıza mukayyet olup her hafta sonu ve bağlanan haftanın başında ekranlara gelen spor programlarını bir hatırlayıp gözünüzün önüne getirin, oralarda yaşananlardan yansıyanlara göre sporumuzun, özellikle de, futbolumuz nerelere gelmiş, varın siz düşünün.
Dünya futbolunu yönetenler en önemli “temaşa sporları”nın başını çeken futbolu geliştirmek, daha kolay tekniklerle, daha da keyif veren hale getirmek için ellerinden geleni yapma konusunda büyük çaba harcarken, bizler neler yapıyoruz.
Bizlerde gelenekselleşen bir davranış vardır ki, ondan hiç vazgeçmeyiz. Bir şeyleri şiddet uygulayarak ve daha geleneksel bir anlatımla “dayakla terbiye etmek” uygulamasını tek yol olarak tercih ederiz. Öyle olunca da alışkanlık yaptı. “Dayak yemeden” kendimizi toparlayamıyoruz.
Futbolumuzu yönetenlerin de en etkin oldukları yöntemdir bu. Varsa, yoksa, dayanakları ceza vermek. Bu cezalarda da adaletli olmadıklarını son yıllardaki uygulamaları ile net bir şekilde gösteriyorlar. Her hafta sonu yaptıkları tek şey; Ceza kurulunu toplayıp takımlara, futbolculara ceza vermeyi en birinci görev olarak görmeleridir..
Ceza vermek çok kolay bir yöntem. Asıl önemli ve gerekli olan, ceza aşamasına gelmeden gerekli eğitimleri verebilmektir. Baktığınızda, dünya futbolunda eğitim en çok özen gösterilen yöntemdir . Spor kulüplerini ve sporcuyu eğitirsen, eğitime yönlendirirsen, bu konuda bilinçlenmesine olanak sağlarsan, her defasında tek başvuru olarak cezalandırmayı seçmezsin, cezalandırma aşamasında da gerekeni net bir şekilde uygularsın. Bu yöntemin ne kadar doğru ve etkin bir yöntem olduğunu futbolda marka olan ülke futbollarında görebiliyoruz.
Sporumuzu yönetenler; bu uygulamaları iyi incelemeleri, araştırmaları durumunda çok daha iyi işler yapabileceklerini görebileceklerdir. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok.
Şunu da söylemeden geçmeyeyim; yukarıda anlatmak istediklerimi anlatırken, arada bazı eski Türkçe tanımlamalar kullanmak durumunda kaldım. Bu yapılanları başka türlü anlatmakta zorlandığımdan ve en iyi şekilde o gelenekselleşen tanımlamalarla anlatabildiğim içindir.
Yukarıda yazdıklarımı neden yazdım. Bunu bir kaç cümleyle anlatmaya çalışayım; Biraz abartılı oldu ama, bizde; terbiye etmenin en etkin yolu, bu sözünü ettiğim “ceza verme” yöntemidir. Maalesef ki, sporumuzu yönetenler bu yöntemden medet umar durumdadırlar. Yıllardır ısrarla uyguladıkları bu yöntem, sporumuzu; ıslah etme konusunda bir adım bile ileri taşıyamadığı gibi, hızla geri götürmektedir.
Bakalım; son yıllarda yaşanan doping olayları, yaşananlar, sporcularımızın Avrupa arenalarında yarışmada zorlanmaları.
Spor kulüplerimiz ayakta kalabilmek için sponsor bulabilmekte çok zorlanmalarına rağmen hala sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyorlar. Devletin, “kendi yağıyla kavrulan” kulüplere yardım konusunda neler yapabildiği pek de net değildir. Vergiler konusu bile hala kesin çözüme kavuşturulamamıştır.
Ülkemizde; dünya sporunda eski yıllarda çok başarılı olabilen bir çok spor dalında, yönetim ve kurulları konusunda yaşananları zaman zaman medyada görebiliyoruz.
Sporumuz; yönetenler konusunu tam olarak çözememişken dünya spor platformlarında nasıl yarışacağız?
Ceza vermek, ceza ile terbiye ederek yönetmek, uygulamasının pek işe yaramadığını ne zaman görecekler?
“Ceza ile terbiye”nin nerelere vardığı fotoğrafına bir bakalım. Asıl önemli olan sorunu görmezden gelmişiz ve tabiri caizse “tokatı” yemişiz. UEFA Finansal FairPlay kıskacına girmişiz ve o büyük denen takılarımızın durumu ortada.
Transferler ve yabancı futbolcularla yaşanan maddi sorunlar, takımlarımızın aldıkları cezalar. Avrupa’dan men edilmemiz.
Asıl eğitimi unutmuşuz, sadece birbirimizle didişiyoruz.
Bu konu çok önemli. Gelecek yazımızda bunun sonuçlarını daha derinliğine analiz edeceğiz.