Acaba bu dünyadaki son işimiz, son icraatımız ne olacak hiç düşündünüz mü?
Acaba bu dünyadaki son işimiz, son icraatımız ne olacak hiç düşündünüz mü? Belki hoşum uza gitmeyecek ama birlikte düşünelim: Bedende seyreden maddi ya da ruhsal sinsi bir hastalıkla mücadele etmek, ani bir ameliyat olmak, ağır bir hastalığın acısıyla kıvranmak, eve dönerken trafik kazası geçirmek, evladımızın düğününd e fenalaşmak, yüksek katlı bir binada depreme yakalanmak…
Yol ve biçim farklı olsa da hepimizin bu dünyadaki son işi ölmektir. Ve bu durum, bütün canlı, cansız ve eşya için de geçerli. Bu son yaşam deneyimimiz hakkında yeterli bilgiye sahip miyiz acaba? Yaşamı kuşatan bu final deneyime ve hayatın en yıkıcı gerçeği olan ölüme hazır mıyız?
Düşünün ki lise, üniversite ya da daha üst bir eğitim için gireceğimiz sınavlar, hayatımı zda belirleyici olacak mesleki tercihler, bir atama öncesi gireceğimiz mülakat ve benzeri için hummalı hazırlıklar yapıyoruz. Hedeflenen lise ve üniversite için anaokulundan itibaren disiplinli bir çalışma içindeyiz. Arzu ettiğimiz bölüme girebilmek yahut hedeflediğimiz mesleği yapmak ve istediğimiz işi kurmak için yıllarca mücadele ediyoruz. Hedeflediğimiz gelir düzeyi, araba, ev, ikinci ev ve başka maddi kazançlar için neler yapmıyoruz ki?
Hayatımızı daha düzeyli ve arzu ettiğimiz şekilde yaşamak için giriştiğimiz bütün bu çabalar, hazırlıklar, uğraşlar elbette gerekli ve önemlidir. Ancak hayat dediğimiz bu sahnedeki oyun için verdiğimiz bunca uğraş, öylesine büyüdü, derinleşti, renklendi ki biz bu oyunun sona ereceğini, perdenin kapanacağını ve sahneden ineceğimizi unutur hale geldik.
ROLÜNE KAPILAN OYUNCU
Sahnenin ışıkları ve oyunun büyüsü, tek perdelik bu oyunda kalıcı olacağımız hissine alışmamıza neden oldu. Dizideki rolüne kapılıp gerçek hayatta da bu rolü sergileyen oyuncu gibi roldeki kişilik, gerçek kişiliğimizin önüne geçti. Oynadığımız oyun gerçek hayatımızı unutturmuş gibi. Oysaki bir gün ışıklar sönecek, sahnedeki oyun ve dizideki rol bitecek geçici olan hayat gibi.
Hayatta rahat etmek için verdiğimiz mücadelenin dozu, hayatın sonunu görmemize engel olmaya başlamış durumda. Dolayısıyla düşünce ve davranış düzeyinde hayatımızın kaçınılmaz son gerçeğinden hızla uzaklaşıyoruz. Esasen ölümü gerçeklik alanımızdan bilinçaltına ittikçe ondan uzaklaştığımızı sanıyoruz. Oysaki bilinçaltına itilen her düşünce, halının altında biriktirdiğimiz tozlar gibi orada durur, başka düşüncelerle birleşir, yoğunlaşır, zihinsel süreci zorlamaya çalışır ve bir gün açığa çıkar.
Şimdi asıl kuşatıcı sorulara gelelim: Bilinçaltı yaşantılarımız neden giderek çoğalıyor? Ölüm gerçeğini bilinç düzeyinde tutmanın yolu nedir?
Öncelikle belirtmeliyiz ki davranış bilimlerinde tarif edilen ve giderek arttığına şahit olduğumuz kronik öfke, şiddet, benlik çıkmazı gibi bireyi diğer insanlardan ve kendinden uzaklaştıran davranışların önemli bir nedeni bilinçaltındaki birikimlerin çoğalmasıdır. Gün lük yaşamda yüzleşmekten çekindiğimiz, hatırlamayı istemediğimiz, zihnimizin arkalarına ittiğimiz hayatın gerçekleri ve yaşam deneyimleri zamanla bizden hesap sorar.
Şu halde çözüm ölüm gerçeğini psikolojik bilinç düzeyinde tutmaktır. Çözüm, hayatın içindeki sahneler gibi hayatın da aslında geçici bir sahne olduğunu gerçekten kabullenmek ve bu kabul ile yaşamaktır. Ölümü kabullenmekten ve onunla dost olmaktan söz ediyoruz. Hayatı, öncesi ve sonrasıyla bir bütün olarak görmekten, ölümü hayatın bir parçası haline getirmekten söz ediyoruz. Oyundaki rolüne kapılıp gerçek hayattan kopmamaktan söz ediyoruz.
BİLİNÇALTINA İTTİKLERİMİZ
Var olduğumuzun farkındalığı kadar bir gün var olmayacağımızın bilincine de varırsak ve bunu kabullenirsek daha uyumlu ve dengeli bir yaşamımız olur. Farklı ülkelerden yaşlıl arı kapsayan araştırmalarda; kuşat ıcı bir yaratıcıya inandığını ve kendi inanç değerleri çerçevesinde ölüme hazırlık yaptığını söyleyenlerin, herhangi bir hazırlık yapmadığını söyleyenlere göre gerilim ve öfkelerini daha iyi yönetebildikleri ve daha uyumlu oldukları görülmüştür. Kendilerini ölüm gerçeğine hazır hissedenlerin; düşünce ve davranış düzeyinde daha yumuşak huylu, gelişime açık, iyilik üretmeye yatkın ve en önemlisi yaşamlarının merkezinde sevgiye daha fazla yer verdikleri gözlenmiştir.
Diğer önemli bir nokta da ölüme hazırlık yaptıklarını belirtenlerin aslında ölümü içselleştirenlerin diğerlerine göre çevresiyle daha fazla iletişim halinde, neşeli, esprili ve nazik olmalarıdır. Özellikle diğer insanlarla iletişim halinde olmak, dostlarla sohbet etmek, doğa ile iç içe olmak insanı mutlu ve huzurlu kılar. Kısacası varlık âlemiyle iç içe olabilmek insanın hayat yolculuğunun bugünü gibi yarınını da rahatlatacaktır.
Gelişmiş bir bilinç düzeyi ile hayatın bütününü görebilen, yaşama karışan ve varlığı kucaklayan bir yaratıcı fikrine tüm hücreleriyle inanan birey kendiyle barışık, çevresiyle daha uyumlu ve mutlu olur. Esen rüzgârın kulağımıza fısıldadığı, meyve veren ağacın dile getirdiği, o ağaca şifa olan böceklerin haykırdığı gerçekleri duymaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Oysa biz, bize yol gösterecek tabiattan da hızla uzaklaşıyoruz. Yunus Emre ile bitirelim:
“Yalancı dünyaya konup göçenler,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Üzerinde, türlü otlar bitenler,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.”