Rakipler ve itiraz edenler, halkın ve halk iradesinin düşmanıdır; başkasının egemenliği için çalışmakta olan suçlulardır.
Popülizmin, bozulmuş, adaletini kaybetmiş bir sisteme duyulan yaygın hoşnutsuzluktan beslendiği belirtilmişti. Hoşnutsuzluğun hedefleri genellikle kurulu düzen, bu düzenin siyasetçileri, yerleşik seçkinler ve özerk kuruluşlardır. Bunlar halkın iradesini temsil etmez, bu yüzden ülkenin kaderine hâkim olmamalıdırlar.
Popülistler, değişim isteğini dillendirirler ama savundukları değişim, genelde geçmişte “altın çağ” olarak saptanan bir döneme dönüştür. Bu yeniden kurgulanacak ‘altın çağ’da sıradan vatandaşın özlemleri, ümit ve beklentileri gerçekleşecek, korkuları son bulacaktır. Bu aydınlık geleceğe karşı çıkanlar sapkın ve bozguncudur. Tasfiye edilmelidir ki “milli dava” (uyandırılan ümitler) sönmesin; kimse önderliğin ütopyasını karartmasın.
Rakipler ve itiraz edenler, halkın ve halk iradesinin düşmanıdır; başkasının egemenliği için çalışmakta olan suçlulardır. Tutuklanmayı, hapsedilmeyi, işini ve birikimini kaybetmeyi, işkenceyi hatta idamı hak etmektedirler.
Popülistler/halkçılar, hoşgörü ve uzlaşma insanları değildir. Onların mutlak doğruları vardır ve “iyiliğin ve doğruluğun taşıyıcısı olan halk” onları seçtiği için kararları ve eylemleri doğrudur. Bu nedenle sorgulanmamalıdır.
Birçok ülke tarihinde, kuruluşta veya rejim değişikliğinde halkçılık sahne alır, dayanışmacı ve “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle” vaadinde bulunur. Var olan sınıfları birbiriyle çatışan değil, tamamlayan bir toplum modelini savunur. Korporatizm ad verilen bu ütopik toplum modeli popülizmin en cazip vaadidir. Bu vaatteki özne devlet değil, halktır. “Yeni halk”, iradesini egemenlik boyutuna taşıyacak kabiliyete sahiptir, sadece ihtiyaç duyduğu şey, onu temsil edecek kudretli bir önderliktir. O önderliği bulduğu zaman şahlanacak ve kendisinden esirgenenlere kavuşacaktır.
Halkçılık devrimci değildir ama kurulu düzene karşıdır. O düzen, “iyi” vatandaşı dışlamış ve mağdur etmiştir. Doğru önderlikle halk tekrar “içeri girecek” ve hak ettiğini alacaktır. Popülistlerin amacı düzeni yıkmak değil, kendilerini de içine alacak kadar genişletmektir.
Bu serüveninde kendisine mani olacak kurumsal yapıları yıkar, kültürel farklılıkları siyasallaştırır, toplumsal fay hatlarını derinleştirir, toplumsal bütünlük vaadinin tersine yarattığı gerginliklerle, destekçilerinden arta kalanlar üzerinde hegemonya kurarak iktidarını sağlar. Dışladığı ve üzerinde egemenlik kurduğu kesimler “iyi” halktan değildir, eski kokuşmuş düzenin kalıntılarıdır ve iyi hiçbir şeye layık değildir. Bu anlayış, popülistleri giderek buyurganlaştırır ve başladıkları noktadan çok uzaklara savurur, gerçeklikle bağları kopar. Halkı eşitsizliğe ve haksızlığa karşı korumak vaadi bir baskı rejimine dönüşür. Yönetimi dizginleyecek kurum ve mekanizmaları ortadan kaldırdığı için dizginlenemeyen, denetlenemeyen bir güce dönüşür.
Popülist toplum tahayyülünde sınıflar yoktur. ‘İyi’ halk ve onun temsilcileri ile ‘diğerleri’ vardır. Bu iki kutuplu toplumda siyaset de yeknesaktır. “Halkın egemenliğinde” sağ ve sol yoktur. Bunlar halkı bölen tanım ve ideolojilerdir.
Pekiyi halkçılık veya popülizm hangi koşullarda toplumun bilinçaltından çıkar be siyaset sahnesine yansır?
1- Mevcut siyasal sistemin işlevsizleştiği ve çürüdüğü kanısının yaygınlaştığı, toplumun önemli bir bölümünün kendini dışlanmış ve haksızlığa uğramış hissettiği dönemlerde. 2- Ekonominin yapı değiştirdiği, teknolojinin eski işleri anlamsız ve gereksiz kıldığı dönem ve durumlarda. İşçi sınıfının, daha geniş bir tanımlamayla çalışanların, geçici ve güvensiz işlere mahkûm olduğu; proletaryanın prekaryaya dönüştüğü süreçte.
Prekarya, alabildiğine esnekleşmiş bir istihdam sürecinde, sürekli değişen ve güvencesiz, geleceği belirsiz (precarius) işlerde, kök salamadan ve statü kazanamadan çalışanlara verilen addır. Güvencesizdirler, örgütsüzdürler, kimliksizdirler. Toplumsal hafızada bir yerleri yoktur. Prekarya, küreselleşmenin çocuğudur. Popülistler, onların örgütlenip rakip bir güç odağı olarak siyaset sahnesine çıkmalarını önlemek, çalışanların var olan mesleki örgütlerini yok etmek için özen gösterirler. Kendi temsil ettikleri “halk iradesinin” üzerinde bir irade görmek istemezler. Kendilerininkinden başkası gayr-ı meşrudur, zararlı ve yıkıcıdır.
Popülistlerin korporatist toplum anlayışı (çatışkın olmayan kümelerden oluşan, organik bir bütünlük öngördüğünden, bireyin toplumdan bağımsız hakları olmadığına, toplumun bir parçası olarak var olabileceğine inanırlar. Bağımsız birey fikrini reddederler. Toplumla birey arasında bir tür aile bağı vardır. Popülist önderlik de o ailenin reisi, babasıdır. Aileyi ortak çıkar birliği ve aileye ilişkin üretilmiş mitler (şanlı tarih gibi) bir arada tutar.
Kurumsal özerkliğe, toplumsal ve siyasal örgütlülüğe, itiraz ve muhalefete olanak veren yasa ve mekanizmalara karşıtlığı, popülistlerin oldukça keyfi bir yönetim inşa etmelerine yol açar. Hak arama yollarının kapalılığı, haksızlığın kalıcı hale gelmesine, dolayısıyla halkçı yönetimlerin iktidara geliş amacıyla çelişmesine neden olur.
Popülistlerin kendilerine özgü bir ekonomi modeli yoktur. Gerek halkın gözünü kamaştıracak projeler gerek kendi kişisel iştahlarını karşılayacak sermaye arayışı onları er veya geç burjuvazi ile ittifaka, hatta bütünleşmeye götürür. Sistemin tüm eşitsizlik ve haksızlıkları (kendilerinin yol açtıkları dahil) devam eder, onarılamaz. Eleştirdikleri kurum ve usullerin yerine daha iyisini koyamadıkları için “iktidarı/hükümeti halka götürmek” iddiaları havada kalır çünkü iktidarı devretmek gibi bir niyetleri baştan beri yoktur. Halkın gerçek temsilcileri onlardır ve seçilmiş olmanın büyülü sıfatı, iktidarda kalmaları için yeterli sebeptir.