Öncelikle elbise yapımında ve zaman içinde örtünme ve örtme isteğiyle hareket ettiğimiz her alanda kullanılan ve ipek, yün, keten dokumalarının geneline kumaş denir.
İnsanın en önemli ihtiyacı önce yemek sonra giyimdir. Bundan dolayı giyim insanın ilk icatlarından biri olmuştur.
Giyim ihtiyacı ilk zamanlarda hayvan postlarıyla yapıldı ancak sonraları kullanılan madde, ketendi. Toplumsal ve ekonomik önemine rağmen kumaş imalâtının Ortaçağ’dan o güne kadar büyük bir değişiklik geçirmemiş olması gerçekten anlaşılır gibi değil.
Öncelikle elbise yapımında ve zaman içinde örtünme ve örtme isteğiyle hareket ettiğimiz her alanda kullanılan ve ipek, yün, keten dokumalarının geneline kumaş denir. Kumaş uzunlamasına çözgü ipliği ve çözgü ipliğinin arasından geçen atkı ipliğinin dokunmasıyla oluşur. İlk dokuma kumaşın sahibi belli olamamakla birlikte ardından üretilen yünlü, pamuklu, ipekli gibi birçok türün kaşifleri bellidir. Ama ilk kumaşı kimin bulduğu net bir şekilde belli değilken Konya’nın Çumra ilçesindeki Çatalhöyük’te yapılan bir kazı dünyanın ilk kumaşının bulunmasıyla büyük bir heyecan yarattı. 9 bin yıllık bir yerleşim alanı olan Çatalhöyük’te bir bebek iskeletine sarılı olarak bulunan ve yapılan incelemeler sonucu kendirden dokunduğu anlaşılan kumaş parçasının dünyadaki ilk kumaş parçalarından biri olduğuna karar verildi.
Bu açıdan bakınca kumaşın tarihçesi ve ilk kumaşın bulunması insanlık tarihine kadar uzanmaktadır.
Keten kumaş, uzun süre ‘rakipsiz’, ‘kral kumaş’ sayıldı. Büyükannelerimizin sandıklarında bulunan elbiseleri hatırlamaya çalışmak, bunu kanıtlamaya yeter. Yün de onun kadar eskidir, denilebilir. Bununla birlikte merinos yünüyle imal edilenler ancak XVII. yüzyılda Fransa’da, sonra İngiltere’de yayıldı. Bu sıralarda pamuklu kumaşlar biliniyor, pamuk da Kuzey Amerika’da XVII. yüzyıldan beri ekiliyordu. Hatta zencilerin köle oluşlarının nedenini doğrudan pamuk plantasyonlarına bağlamak gerekir. Çünkü bu duruma yol açan etken. Güney Devletlerindeki pamuk ve şekerkamışı plantasyonlarında el emeğine duyulan şiddetli ihtiyaçtı.
Keten, yün ve pamuğa ipeği de eklemeliyiz. Yalnız ipek, herkesin kullanabileceği bir madde değildi; hayat düzeni ne kadar yükselirse yükselsin, ancak lüks maddesi olarak önem kazandı. İpek üretiminin en büyük merkezi, Lyon idi. Ancak Edit de Nantes’ın geri alınmasından sonra Protestanların çoğu başka ülkelere, özellikle İsviçre ve İngiltere’ye göç ettiklerinden, atölyelerini de oralara taşıdılar.
XVII. yüzyılda Fransa’da dokuma sanayii önde gidiyordu. Yeni kurulan modern bir orduya yüz binlerce üniforma yapımı dokuma sanayinin hızla gelişmesine yol açmıştı. 1685′te 1.500 işçi çalıştıran Van Robais Fabrikaları, 1720′de evde çalışan binlerce işçinin yanı sıra 1.800 işçi çalıştırmaya başladı, İngiltere’de dokuma sanayinin önemi daha büyüktü. Yün işi ülkenin başlıca kazanç kaynağı olmuştu.
İplik çokluk evlerde öreke ya da çıkrıkla eğirilirdi; hatta bu, yaşlı kızların geleneksel uğraşısıydı. İplik elde edildikten sonra da antik tezgâhlarda dokurlardı. Cilâlı Taş Çağı’ndan bu yana gerçekleştirilen tek yenilik, Leonardo da Vinci’nin icadı (1490), mekiğin kullanılmasıydı. Atkı ipliği, mekiğin içine yerleştirilmiş bir çubuğun üstüne sarılmaktaydı. Zincir iplikleri birbirlerinden uzaklaştıklarında, dokumacı açılan kanala bir uçtan mekiği sürer, öteki uçtan çekerdi. Zincir iplikleri yine birbirlerinden uzaklaşır, dokumacı çıkrığı yeniden atar, böylece sürüp giderdi.
Zamanla kaliteden çok miktara önem veren İngilizler, üretimi hızlandırmanın yollarını aramaya koyuldular. Bu yolu, 1733′te John Kay buldu (1704-1764). İcat ettiği bir aygıt sayesinde kordonla hareket ettirilen mekik bir yuvanın içine giriyordu. Böylece mekik yalnız daha çabuk gidip gelmekle kalmıyor, dokumacının bir elinin de serbest kalmasını sağlıyordu.
“Uçan mekiğin” icadı hemen kaygı verici bir sorun yarattı: Kumaşlar daha hızla dokunduğundan iplik kıtlığı baş gösterdi. Bu defa da iplik bükme işi ağır gidiyordu, öreke ve çıkrığın yerine artık makine kullanmak zorunlu olmuştu. John Wyatt’ın öncülüğünü yaptığı böyle bir makine, 1738′de Alman Ludwig Paul tarafından geliştirildi. Wyatt icat etmenin zevkiyle yetinen alçak gönüllü bir insandı, yaptığı makine ilgi görmedi ama, 1767′de James Hargreaves buna bazı değişiklikler getirerek bir kişinin tek başına 120 iplik birden bükmesine elverişli bir makine yaptı ve buna kızı “Jenny”nin adını verdi. İşsiz kalmaktan korkan işçiler ‘Jenny’ye karşı çıkınca iflâs eden Hargreaves, fabrikasını kapatmak zorunda kaldı.
Bir başka mucitin, dokuma tarakları fabrikatörü Thomas Highs’in de durumu bundan daha parlak olmadı, icat ettiği dokuma makinesi, “wateroframe” (1768) elle değil de hidrolik çarkla işlemesi bakımından gerçek bir ilerleme kaydettiği halde başarı kazanamadı; ama hiç değilse küçük bir iplik imalatçısı olan Samuel Crompton’un (1753-1827) dikkatini çekti. Crompton, Highs’in makinesinin bazı öğelerini Jenny’ninkiyle birleştirdi; böylece “Mule Jenny” adiyle tanınan ‘melez’ bir makine ortaya çıktı (1774). “Mule Jenny”nin yararları öylesine ortadaydı ki, iplik imalatçıları benimsemek zorunda kaldılar. Ama kazancını başkası cebe indirdi.
Richard Arkwright (1732-1792) adlı açıkgöz bir iş adamı gittikçe artan kumaş talebi karşısında, öncekileri aşan mükemmellikte bir tezgâh imal etmeyi kafasına koydu. Böylece hem “Mule Jenny,” hem de “Waterframe”in özelliklerini birleştiren bir tezgâh çıktı ortaya. Arkwright hemen işe girişerek fabrikalar kurdu ve seri imalâta başladı. Sonunda kraldan soyluluk unvanı alacak kadar zengin oldu. XVIII. yüzyılın sonlarında halk, ona ulus çapında yüce zanaatçılardan biri gözüyle bakıyordu.
Arkwright öldüğünde, dokuma sanayii ters yönde yeni bir devrim geçirmekteydi. Bu defa da dokumacılar, fabrikalardan taşan ipliği tüketemeyecek kadar ağır çalışıyorlardı. İplikçiliğin hızını izleyebilmek için dokuma tezgâhlarının makineleşmesi zorunlu hale gelmişti. Uçan mekik bile şimdi kaplumbağa kadar yavaş geliyordu. Bu iş, içli şiirlerin yazarı, Edmond Cartwright adlı bir papazı (1743-1823) iyice sarmıştı. Sonunda bir çözüm yolu bulmadı da değil: El tezgâhının dört hareketini birleştirdi; Watt’ın sanayide yeni yeni kullanılmaya başlanan buharlı makinesiyle hareketini sağladı (1785).
Zamanla değişen ve gelişen teknolojilerle günümüzde kullanılan birçok kumaş türleri de ortaya çıktı. Bunlardan en çok kullanılan türleri ve içeriklerine de değinelim.
Polyester: Bu kumaş türü birçok kumaş türü ile karıştırılarak kullanılır. Birçok giyim mağazasında karşımıza çıkar. Polyesterin ham maddesi petrol ürünleri ve taş kömürü katrandır. Genellikle pamuk, yün ve keten ile karıştırılarak kullanılır.
Koton: Günümüzde en çok kullanılan kumaş türlerinden biridir. Pamuk kumaştır. Yazlık giyimlerde sıklıkla kullanılır. Giyimi oldukça rahattır.
Naylon: Petrolden yapılır. Leke tutmaz, ütü gerektirmez, buruşmaz, güve kovucudur. Leke tutmaz ve buruşmaz kumaşların çoğu teflon gibi florlanmış kimyasallar ile işlenir.
Viscose: Viskoz ipliğin ham maddesi kayın ağacıdır. Pamuk gibidir. Türkiye, Avrupa, Asya, Amerika, Japonya’da yetişir.
Elastan: elastik dokuma kumaşlar, vücut hareketliliğine izin vermekte, vücuda oturmakta, şekillerini korumakta ve giyim rahatlığı sağlamaktadır.
Akrilik: Yüne çok yakın bir kumaştır. Kolayca yıkanabilir ve leke tutma oranı düşüktür. Uzun süre kendini korur. Güneş ışığı, olumsuz hava gibi etkenlerden etkilenmez.
Lurex: Simli, parlak kumaşlardır.